Yasin Şen: Huzur’da Kadın Meselesi-2
Kelimelerin Üç Boyutlu Dansı: Huzur’da Kadın-Zaman-Mekân Üçlemesi
Tanpınar’da zaman, kendini üç boyutuyla da hissettirir. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında gidiş gelişleri temin eden kuvvetli halkalar, daima mevcuttur. Bu üç mevhum arasındaki kırılmalar, insanın kırılmasıdır ve bu durum büyük şahsiyet kopmalarını ifade eder. İnsan, kendinde duyduğu “şimdi”nin varlığını geçmişin ve geleceğin aynasında seyretmeyi ister. Bunu yapamadığı, en azından yapamayacağını düşündüğü zamanlarda ise, kendini ruhun derinlerine kök salan ve hemen hemen asla bir neticeye varamayan bir hesaplaşmanın içinde bulur.
Huzur romanında, zaman ve mekân arasındaki gidiş gelişler, merkezinde insanın yer aldığı huzursuz bir dünyada hissedilir. Tanpınar, eserleri ve fikirleriyle bu münasebetlerin üzerinde sürekli durmaktadır. Onun “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki zaman ve mekân, insanla mevcuttur”[1] sözleri bu ilişkideki insan unsurunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Zaman ve mekân arasındaki bu bağ, belki en çok Tanpınar’ın kadın kahramanlarında görülmektedir. Huzur’da Mümtaz’ın İhsan için bir bakıcı ararken, henüz bir sene önce Nuran’la birlikte gezdiği yerlere uğradığında düşündükleri de bu konuyla ilgilidir:
“Mümtaz, bir yaz evvel bu sokaklarda, belki bugünkülerden birinde, Nuran’la dolaştığını, Kocamustafapaşa’yı, Hekimalipaşa’yı gezdiklerini düşünüyordu. Genç kadınla yan yana, âdetâ vücudu vücuduna girmiş, sıcakta, alnındaki terleri silerek, konuşa konuşa bu medresenin avlusuna girmişler, biraz evvelki çeşmenin kitabesini okumuşlardı. Bu, bir sene evveldi. Mümtaz, etrafına, bu bir sene evveline dönebilmek için en kısa bir yol arar gibi bakındı.”[2]
Mümtaz, birdenbire kendini mekânın ve orada yaşanan hatıraların hücumu altında hisseder. Zaten hatıra dediğimiz şey mekân, insan ve zamanın birleşmesidir. Dolayısıyla Nuran, romanda mekânın ve zamanın ifadesi olmuştur. Mekâna ait şeyler, insanla birleşince hatıraları çağırıyor. Mekân burada Nuran’da eriyor. Âdeta iki uzuvda bir mânâ, tek bir hareket meydana geliyor.
Yoluna devam eden Mümtaz, az sonra oyun oynayan ve toza bulanmış kız çocuklarına rastlar. Devamını Huzur’dan okuyalım:
“Mümtaz, onların türküsünü dinledi:
Aç kapıyı bezirgânbaşı, bezirgânbaşı
Kapı hakkı ne verirsin? Ne verirsin?
Çocukların hepsi gürbüz ve güzeldi. Fakat, üstleri başları perişandı. Bir zamanlar Hekimoğlu Ali Paşa’nın konağı bulunan bir mahallede bu hayat döküntüsü evler, bu fakir kıyafet, bu türkü ona garip düşünceler veriyordu. Nuran, çocukluğunda bu oyunu muhakkak oynamıştı. Ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı türküyü söylemişler ve aynı oyunu oynamışlardı.”[3] Hayatın içinde belki en zor olanı ama en heyecan verici şeylerden biri de herhalde kültürün, insan sesinde karşımıza çıkan bu devamlılığını hissedebilmektir. İnsanın zamanla barışık yaşayabilmesinin önemli yollarından biri bu süreklilik anlayışıdır. Tanpınar’ın Huzur romanında bu duygu, görüldüğü gibi Nuran ve onun hatıralarıyla birleştirilmiştir. Kültürün, süreklilik kavramıyla açıklayabileceğimiz pekçok tezahür unsuru Nuran’da çiçek açmaktadır. Eşyanın artık temsil ve devamlılık gücünü yitirdiği anda, insan fiilleriyle bu vazifeyi üzerine alıyor. Buna rağmen, varlık hâlâ bir ifade kudretine sahipse, bu da doğrudan ve dolaylı olarak insanla irtibatlandırılıyor. Tanpınar, bunu eserlerinde birçok kere yapmaktadır.
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yayınları, İstanbul 1992, s. 29
[2] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Tercüman 1001 Temel Eser, (Yer ve Tarih yok), s. 17
[3] Huzur, s. 18