Afyon İhsaniye Masalları İki Kızın Masalı
Afyon İhsaniye Masalları ”İki Kızın Masalı” Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir adam ve bir de kızı varmış. Bu adam dulmuş. Gel zaman git zaman bu adam bir kadınla evlenmiş. Bu kadının da bir kızı varmış. Birkaç gün geçtikten sonra adam üvey kızını evde istememiş. Çünkü kendi öz kızıyla üvey kızı geçinemiyorlarmış. O kadının aklına bir fikir gelmiş. Gitmiş pazardan ak pamukla siyah pamuk almış. Kadın hem kendi kızını hem de üvey kızını almış, köyün çeşmesine götürmüş. Ak pamuğu kendi kızına, siyah pamuğu üvey kızına vermiş. Haydi bakalım bunları yıkayın demiş. Kadının kızı pamuğu yıkadıkça pamuk ağarmış. Adamın kızı ise pamuğu yıkadıkça pamuk öylece kalmış. Çünkü bu zaten kara pamukmuş. Kadın bunu bilerek yapmış.
Sonra kadın kocasını çeşmenin başına çağırmış. Bu durumu göstermiş. “Benim kızım pamuğu yıkadı tertemiz yaptı. Senin kızın pamuğu temizleyemedi.” Kocasından kızını alıp götürmesini ve dağa bırakmasını istemiş. Adam bir süre düşündükten sonra kızını alıp dağa gitmiş. Bir süre sonra hava kararmış, gece olmuş. Adamla kızının uykusu gelmiş. Kız bir yere kıvrılmış ve orada uyuyakalmış. Babası da kız uyuyunca eve, karısının yanına gelmiş. Sabah olunca kız uyanmış. Yanında kimseyi görememiş. Etrafta babasını aramış fakat hiçbir yerde bulamamış.
Adamın kızı az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Bir yerde bir ışık görmüş. O ışık bir evden geliyormuş. O evde kırk tane asker kalıyormuş. Askerler görmeden kız gidip evin bir köşesine saklanmış. Askerler akşam eve gelmeden kız, her gün yemeklerini yapar, sofrayı hazırlar ve aynı yere saklanırmış. Askerler eve geldiklerinde evin düzenine çok şaşırırlarmış.
Bir gün askerin birisini evde bırakıp diğerleri dışarı çıkmışlar. Evde kalan asker dikkatli bir şekilde etrafına bakınmaya başlamış. Bir süre bakındıktan sonra canının sıkıntısından uyuyakalmış. Kız her zamanki gibi yemekleri yapıp sofrayı hazırlamış ve hemen saklanmış. Askerler eve gelince yine çok şaşırmışlar. Evde kalan askere “Yemekleri kim yaptı?” diye sormuşlar. O da “Bilmiyorum.” demiş.
Ertesi gün eve başka bir askeri koymaya karar vermişler. O asker de beklerken sıkıntıdan uyuyakalmış. Eve gelince askerler yemekleri hazırlanmış, sofrayı kurulmuş bulmuşlar. Evde bekleyen askere “Bunları kim yaptı?” diye sormuşlar. O da “Bilmiyorum, ben de uyuyakalmışım.” demiş.
Askerler bu sefer başka bir arkadaşlarını eve bırakmaya karar vermişler. Bu seferki çok uyanık biriymiş. Kızı evde yemek yaparken görmüş ve hemen diğer arkadaşlarını çağırmış. Oturmuşlar, konuşmaya başlamışlar. Demişler ki, “Sen kimsin? İn misin, cin misin?” Kız da “Ben in de değilim, cin de değilim.” demiş ve başından geçenleri askerlere anlatmaya başlamış. Askerler kızın anlattıklarına çok duygulanmışlar. Hepsi de gözyaşı döküp ağlamış. Bir tanesi kızla kan kardeşi olmuş. Bunun üzerine diğerleri de böyle yapmış ve kız kırk askerle kan kardeşi olmuş.
Aradan epey zaman geçmiş. Yıllar yılları kovalamış. Bir gün kız, babasının yanına gitmek istemiş. Askerler, bu kızı babasına yollamış. Yanına da iki sandık taşıyan bir at vermişler.
Kız, az gitmiş uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Baba ocağına varmış. Üvey annesi hâlâ evdeymiş. Kızı ve sandıkları görünce onu eve almış. Kadın sandıkları açınca bunların ağzına kadar altın dolu olduğunu görmüş. Adama dönüp “Sen kızını dağa bırakmak yerine zengine mi verdin?” diye çıkışmış. Aralarında bir sürü tartışma olmuş. En sonunda kadın kocasına “Benim de kızımı al. Senin kızını bıraktığın yere bırak, gel.” demiş. Adam aynı şekilde üvey kızını almış, dağa götürmüş ve kendi kızını bıraktığı yere bırakmış. Bu kız da epey yol yürümüş ve bir gün bir ışık görmüş. Bu ışık askerlerin evinden geliyormuş. İçeri girmiş. O da bir süre askerlere hizmet etmiş. Aradan uzun zaman geçince bu kız da annesinin yanına dönmek istemiş. Askerler aynı şekilde o kıza da iki tane sandık vermiş. Kız eve geldiğinde çok heyecanlıymış. Gözleri parlıyormuş. Hemen sandıkları açmışlar. Anne ve kız çok şaşırmışlar. Çünkü sandıkların içi yılan doluymuş. Kadın yine kocasına çıkışmış. “Kendi kızını altınlı yere, benim kızımı yılanlı yere mi bıraktın!” demiş. Aralarında kavga çıkmış. Kadın kızını aldığı gibi adamın evinden çıkıp gitmiş. Baba ve kızı bundan sonra kendi hallerinde mutlu mesut yaşamışlar.
Sen erdin muradına, ben çıktım tilki damına…
(Bu masal 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılı’nda Afyonkarahisar-İhsaniye Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencilerinden Gülsüm Mutlu tarafından Emine Çalış’tan İhsaniye’nin Karacaahmet köyünde derlenmiştir. Emine Çalış, masalın derlendiği sıralarda 80 yaşındaydı. Tahsili ilkokuldayken yarım kalmıştır.)