Amâk-ı Hayâl’den
İnsan hatırlamayı seven bir varlık. Hatırlamak, kendimizi anlamaya çalışmak için çok güzel bir imkân aslında. Biz neyiz, kimiz, dünyaya niye geldik, burada yaşamaktan amacımız nedir? Bu gibi sorulara hatırlamak sayesinde bir cevap bulabiliriz. Fakat hatırlamanın bazen insanı meşgul eden yanları da yok değil… İnsan bazen geçmişin özlemine düşüp hatırlarıyla meşgul olabilir. Böyle bir durumda insan ”ân”ı kaçırma tehlikesiyle yüz yüze gelir.
Geçmişi hatırlamak çoğu zaman hafızamızın bir savunması şeklinde gelişir. Böyle durumlarda geçmişi hatırlamak genelde insana hüzün verir. Bir tehlikesi de vardır bunun: İçinde bulunulan ânın kıymetini bilememek gibi… Filibeli Ahmed Hilmî’nin eseri Amâk-ı Hayâl’de bu ne güzel ifade edilmiş:
Yâd-ı mâzî bahşeder
Hayf ü âlâm ü keder
Olma meşgûl-i kader
Kimse kalmaz hep gider
Dem bu demdir, dem bu dem!
Dem bu demdir, dem bu dem!
(Geçmişi hatırlamak insana keder, elem ve hayıflanma verir. Kaderle de meşgul olma. Kimse bu dünyada kalmaz, herkes gider. Dem bu demdir, dem bu dem! Dem bu demdir, dem bu dem!)
Öyleyse insan, âna dönmeli. Yani kendine, gönlüne, yaşadığı şimdiki zamana… Geçmişe ve dışarıya yoğunlaştıkça dağılıyoruz. Kendimizi toplayamıyoruz. Halbuki âna ve içimize döndükçe güçlüyüz. Böylece kendimiz oluyoruz. Aziz ömrü daha kıymetli bir hâle getiriyoruz.