Derman

Bir derdin varsa ona derman ararsın. Aradıkça hayatın o samimî ve sıcak yüzüyle karşı karşıya gelirsin. Her şeyden medet umarsın. Ağaçların yapraklarını fark edersin. Gökyüzünü, ayı, güneşi izlersin. Kendine muhatap arayan sevgilerin olduğunu fark edersin. Anlarsın ki, insan sevmek ve sevilmek için yaratılmıştır. Sen de öylesin.
Düşün ki, bir ağacın yanında öylece durmuş ona bakıyorsun. Söyler misin? Ne arıyorsun onda? Elbette aradığın bir şey var. Yoksa ona neden öyle bakarsın ki… Kendi hâlinde o ağacın sana nasıl bir yararı olabilir? Demek ki var… Çünkü o sadece bir ağaç değil. Sana ayna. Aslında senin dermanın… Bütün sevdiklerin de öyle… Onlar senin var oluşunu besleyen, seni iç âleminde var eden kaynakların. Sevdikçe ve sevildikçe var oluyorsun.
Yalnız bunun dozunu ayarlamak da senin elinde… Kararında olunca, yani bu sevgiyi vazgeçilmez bilmeyince o şey bize bir panzehir olur. Neye karşı? Seni sevgisizliğe, yani bir boşluğa sevk eden her şeye karşı. Dolayısıyla ilgiyle seyrettiğin ağaç, başını okşadığın kedi, hayran olduğun doğa, bağlandığın kişi sende seni var ederler.
Fark etsek de etmesek de giderek sevgiye daha çok bağlanıyor ve onun ihtiyacını yüreğimizde daha çok hissediyoruz. Bu, bağlandığınız şeylere iptila derecesinde mahkûm oluşumuzdan belli. Hâliyle bu da bizim için zehir demek oluyor. Yücelttiğimiz bir kişi ölüme, yokluğa ve elimizden kayıp gitmeye mahkûm olduğuna ve bu da er geç gerçekleşeceğine göre bir şeyi taparcasına sevmek bizi darmadağın edecek bir geleceği içimizde hazırlamak demektir.
Ne yazık ki böyle yapmak sanki hayatın alışılageldik hususlarından gibi bugün. Sevgiyi sahibine yöneltmek onu çoğaltmak demektir. Varlığa yöneltilmiş ilgi ve ona duyulan sevgi, sevmenin ve duygularımızın çıktığı bir yolculuk gibidir. Sevgi o şeyde eriyip varlığın özüne nüfuz etmeli ve gerçekten sevilecek o varlığa yönelmeli/ydi.
Peki, gerçekten böyle mi yapıyoruz? Hâlimize bir bakalım. Daima bir mücadele hâlinde isek ve sevgiyi eşyaya ve diğer bütün canlı cansız varlıklara yaymak gibi bir derdimiz yoksa gerçekten hâlis anlamda sevdiğimizi söyleyebilir miyiz?
Bunun ters yüz edilmiş hâli korkudur. Nasıl yani, dediğinizi duyar gibiyim. Kaybetmekten korktuğumuz için seviyoruz yahut sever gibi yapıyoruz. Diğer insanlara ve her şeye sırf bir kaybetme ve kaybolma korkusuyla bağlanıyoruz. Yani içimizdeki şu boşluğa bir çare, derdimize derman ararken önümüze çıkan şeylere kör kütük bağlanıyoruz. Siyaset, futbol, para, kariyer daha bir sürü şeye sevilmek, ilgi görmek ve sevmek ihtiyacı içerisinde nasıl bağlandığımıza ve bunların hayatımızda büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdiğine bakar mısınız! Öyleyse diyorum, bunları aradığımızı zannetmiyorum fakat sevgiyi aradığımız kesin. Çünkü dertliyiz. Yükümüz ağır. Hasret, gurbet, ayrılık ve bütün bunların arasında sevgi gibi bir teselliyi isteyen bir yüreğimiz var. Dünyada derde derman yoktur, teselli vardır, derler. Ben o tesellinin sevgi ve sevmek olduğunu düşünüyorum. Ve bunun da bir insana verilmiş en büyük nimetlerden biri olduğunu…
