Dr. Yavuz Han: Hakikat
Bir işin doğrusu, gerçeklik demektir. Hakk kökünden türemiştir. Yani temeli o kadar değerli ki hakikatli olmak, hakiki olmak, hakikati aramak ne kadar kıymetli anlatılması zor.
Hakikat nedir? Senin inandığın, zannettiğin, öğrendiğin, karşılaştığın, hissettiğin, sahip olduğun, gücünü yetirdiğin, yani gerçek olarak bildiğin midir hakikat?
Senin hakikatin ile başkalarının hakikati çatışabilir mi? Sana göre hakikat olan bir başkasına göre yalanın ta kendisi olabilir mi. Senin kutsal olarak addettiğin şey başkası için sıradan bir uydurma kabul edilebilir mi? O zaman hakikatin tarifi kime göre, nerede, nasıl, çerçevesi ne olacaktır.
Hakikat doğrulanabilir mi? Doğrulanabilir ise doğrulanma yeri neresi olacaktır? Laboratuvarlar mı, deney odaları mı, vicdanlar mı, aklın derinlikleri mi?
Akıl bir güce sahip. Bu gücünün bir kısmı doğuştan geliyor. Yaratılış olarak hayvandan farklı insanoğlu aklını kullanarak idrakli davranış sergileyebilme kabiliyetine sahip. Bu sebepten dinlerin muhataplığında da sorumluluk ile yargılanma çerçevesinde hesap vermesi gerekiyor. Aklın yaratılmışlığının dışında kalan kısmı da okudukları, deneyimleri, imkânları ve neticesinde analiz etme yeteneğine göre vardığı sonuçlar oluyor. En sonunda akıl bu donanımı ile doğru yanlış değerlendirmesi ile hakikatin yolunda ilerliyor.
Tefekkür dinde en önemli ibadetlerden sayılmış. Bu her halükarda aklın kapasitesini kullanma, fikretme, akletme, idrakli olmanın hediyesi gibi. Aklı olmayandan iman sorulmuyor. Mesuliyeti de yok. Akıl yok ceza yok, ödül yok, hesap yok.
Hakikat aslında bulunması mümkün olmayan bir Anka kuşu gibi belki. Bulduğunu zanneden güvercini ya da kargayı tanıdığı için karşılaştığı ilk farklı kuşu Anka kuşu zannediyor olabilir. Her gördüğü yeniyi, her öğrendiği farklıyı, her anlatılan kutsalı gerçek ve en sonunda hakikat zannediyor olabilir.
E hakikat madem kişinin gözüne girebilen görüntü, işitebildiği ses, gönlüne düşen ateş, kalbini çarptıran elektrik, gözyaşlarını akıtan duygu, fark edebildiği güzellikler ise ne var bunda anlamayacak ki! Herkesin hakikati kendine ise nedir insanların paylaşamadığı. İşte burada da inandığı hakikati başkasına anlatma çabası giriyor devreye. Belki heyecandan, belki kutsalının emrinden, belki başkalarına katkı sunma diğerkâmlığından ama bunu birilerine anlatma ve kabul ettirme eylemi devreye giriyor. Bunu başkalarına paylaşabilme enerjisinin kontrol edince mesele yok gibi. Orada da zorla, mutlaka, emir gereği, inancının gereğini yapma fiiliyatı bedene girince olan oluyor. Kılıç giriyor silah çıkıyor, baskı giriyor diktatorya çıkıyor, hoşgörü kayboluyor vazifeler hasıl oluyor, başkasını zorla aydınlatma, ihya etme fikri gelişiyor.
Elbette yerçekimi var, elbette atmosferin bir katmanı, güneşin ısısı var. Elbette insanların damarları, içinde dolaşan kanı var. Hayvanlar var, bitkiler var. Belli bir düzen ve intizam ile hareket eden dünyamız var. Her şeyin de kendi içinde bir izahı var. Bu izahlar hakikatin kendisi olabilir mi? aklımızın anladığı hakikatler bugünden yarına değişiyor ise hakikat olabilir mi?
Yoksa aslında hakikat zannettiğimiz şey bulunan değil de aranan bir şey midir? Bulduğunu zannedenler gafildir de aranmanın lezzetine varanlar ermişler midir?
Hakikati arayanın bulması kayıptır muhtemelen. Bulduğunu zannettiği aradığı değildir. Aşk gibi. Sevdikçe artan, artıkça sevmeyi getiren bir gidişat.
En hakikinin hakikisi olan Yaradan’ı anlama işin mim noktası. İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı diyor ilmin kapısı Hz. Ali. Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağıya hep ulaşılan aynı bir olanın büyüklüğü. Bir olan o kadar büyük ki akıl ile anlamak ne mümkün. İstenen de bulmak değil zaten aramak. Arayacak kadar kabiliyeti edinen insan her bulduğu kaya parçasını dağ zannediyor. Her gördüğü güzelliği cennet, her karşılaştığı faniyi yüze, her gördüğü güzelliği aliyy’ül ala zannettiği gibi.
Arayan bulur mu bilmem ama bulan arayan olacaktır o kesin.
Muhabbetle…