Elcep Dayı
Elcep Dayı ’nın kestane ağacında kendini astığı demlerden beri bu kadar sene geçti. Neden hâlâ onu orada, öylece asılı dururken hatırlıyorum, bilemiyorum. Fakat on iki yaşındaki bir çocuğun gözleriyle Elcep Dayı’nın ağaca asılı duran ve kaskatı kesilmiş bedenini böyle biteviye anımsamak hâlâ çok sarsıcı…
Elcep Dayı kaybolmuş, köylü birlik olup birkaç gündür onu arıyordu. Elcep Dayı yoktu ortalıkta. Tepedağı’nda, Meççe Köyü’nde aranmadık yer kalmamıştı. Arayışlar geceleyin de sürüyordu. Eline feneri alan her köylü, fındık bahçelerinde, ormanlarda ve köyün semasında yankılanan bir sesi durmaksızın yineliyorlardı.
Çocuktum. Olanları tam olarak anlayamasam da tarifsiz hisler içerimde düğüm düğümdü… Neden, niçin gibi sorularla mücadele edebilecek bir olgunlukta da değildim. Elcep Dayı kaybolmuştu. Gece onu aramaktan dönen insanların bakışlarında tereddüt, sözlerinde ise hep bir iğretilik vardı. Sanki bu mesele karşılıksız kalmaya mahkummuş gibi söz söylemekten ve başkalarıyla göz göze gelmekten çekinen insanlar olmuşlardı köylüler.
Bir sabah onun bulunduğu haberini aldık. Okula gidecektim. Kahvaltıyı yapmış, evden çıkmak için hazırlanıyordum. Haber gelince Meççe Köyü tarafına gittik. Patika yoldan kestane ağacının olduğu yere giderken Saime Yengem bizi durdurdu. “Haydi anam! Gitmeyin!” dedi. Diğerlerini ikna edemedi. Ben Saime Yengemle geri döndüm. Ancak bir şeyler Elcep Dayı’yı son bir kez görmemi istiyordu sanki. Ayaklarım gerisin geri giderken çocukça merakım ve korkum da Meççe Köyü tarafına yönelmişti.
Orada ne vardı?
Elcep Dayı’nın evinin yanında yavaş yavaş biriken kalabalığın arasında beklerken biri elindeki çarşafla çıkageldi. “Bunu” dedi “Oraya götür. Cenazeye saracaklar!”
Ben elimdeki çarşafla yeniden Meççe Köyü yoluna düştüm. Çarşafı sıkı sıkıya bağrıma basıyordum. Biraz ürperiş ve çokça korku hissediyordum. Neyse ki, yol uzun değildi. Patika yoldan yine kestane ağacının olduğu yere yöneldim. Çok fazla yaklaşmadan uzaktan Elcep Dayı’yı gördüm. Çarşafı orada birine teslim ettim. Sonra zihnime kazıyacağım o manzaraya bir süreliğine daha baktım.
Çok da yükseğe çıkmamış Elcep Dayı. Ağacın iki kocaman dalının ana gövdeye bitiştiği yere çuval ipini bağlamış ve kendini oracıkta asmıştı. Ağaç yamaçta olduğu için ayakları yerden birkaç metre yüksekteydi. Küçük bedenini koca kestane ağacı taşımakta hiç de güçlük çekmemişti. “Neden, niçin, nasıl?” gibi sorular bu yorgun hikâyenin tadını tuzunu kaçırabilir. O sebepten bunlardan ısrarla kaçınıyorum. Elcep Dayı ölmüştü işte.
Elcep Dayı’dan sonra hayatımızda pek bir şey değişmedi. Köy her zamanki hayatına, fakat Elcep Dayı olmadan devam etti. Mevsim sonbahardı. Kış geldi. Her taraf kefen beyazına ve ölüm sessizliğine büründü. Sonra bahar ve yaz… Biz yine okullarımıza gidip geldik. Köylü işiyle, aşıyla meşgul olmaya devam etti. Fındıklar toplandı, mısırlar biçildi… Kışın yakmak için dağlardan odun getirildi… Hiçbir ölüm hâli, -nasıl olursa olsun- hayatın iradesini bozamıyor, onu yerinden kımıldatamıyordu bile!
Elcep Dayı ölmüştü. “Bir garip ölmüş diyeler!” diye kimileri ardından gözyaşı döktü, kimiyse hiçbir zaman cevaplanamayan soruları sordu. Fakat yıllar geçse de onu asla unutamadım. Her kestane ağacında onun asılı bedenini görmek ıstırabını içerimde duydum. Beni, en çok da bu feci ölüme çıkan hayatı etkiler Elcep Dayı’nın.
Kayboluşundan birkaç gün önce, okula gittiğim bir gün onu Eskiyol’un ağzında elinde sigarasıyla görmüştüm. Derin derin düşünüyordu ve yine aynı şekilde sigarasından derin bir nefes çekiyordu. Selam vermiş ve yoluma devam etmiştim. Zihnimin bu sahneye iyiden iyiye odaklandığını yıllar sonra fark ettim.
Bir insanı hayattan koparan bütün hayal kırıklıklarını, derin üzüntüleri bundan hareketle çözmek istedim. Önce Elcep Dayı’nın kaybolduğu haberi dimağımda derin bir iz bırakmıştı. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşmıştık bizler. Köylünün el birliği edip onu araması daha da garibime gitmişti. Herkes Elcep Dayı’dan bir iz arıyordu. Kimisi onun içtiği sigara izmaritlerinden söz ediyor, kimi de en son nerede görüldüğünden bahsediyordu. Birisi de onu elinde yeşil bir çuval ipiyle gördüğünü söylüyordu. Elcep Dayı’dan sonra bütün dedikodular gibi bunların da hiçbir hükmü kalmadı. İzler silindi, Elcep Dayı’nın kestane ağacına asılı bedeni kaldı. Çok gitmeden bu acı hatıra da o silik izler gibi hayatımızdan çekilip gitti. Yani ölüm, hep yaptığını yapmıştı.