Fragmanlar – 3
Bir Ev Düşünün
Bir ev düşünün… Terk edilmiş gibi… Fakat zamanın derinlerine doğru genişleyen hatıraların kök saldığı bereketli topraklar gibi. Pencerelerinden içeriğe süzülünce bakışlarım, fındık işçilerinin ahtar muhtar oyunu oynadığını ve dedemin bir kova suyu birinin başından aşağı boca ettiğini görebiliyorum. Yine o odaların birinde yüzük oyunu oynandığını, elleri kıpkırmızı olanların yakarırcasına yavaş vur dediğini duyabiliyorum. Yıldızlarla kaplı gökyüzünün ve o evin önündeki armut ağacının altında oturduğumuzu, dağların karanlık zirvelerini ve sarı ışıklarıyla bize göz kırpan köyleri izlediğimizi düşünüyorum. Abazdağı diyorum, her ânı nasıl da bitimsiz bir hatıraya, dopdolu yaşanmış bir maziye dönüştürüyor! Bunları ona bir teşekkür, bu hatıraları nasip edene bir şükür olsun diye yazıyorum.
Tekke
Dağlar yaylalar tekke oldu bana, rüzgârın sesi, ağaçların nefesi ise zikri şerif.
Bilmek Ya da Bilmemek
Zamanlar geçiyor… Her fasıl, asırlar gibi derin geliyor bana. Nice tecrübe ve birikim her gün yüreğime ve zihnime doluyor gibi oluyorum. Kendimi böyle hissettikçe cehaletimin ağırlığı, gafletimin derinliği önünde eziliyorum. Hayat bir şey bildiğini zannetmekten, hiçbir şey bilmediğini anlamaya doğru bir seyirmiş sanki. Yani varlık vehminden yokluğun hakikatine… Vehim ve zan ne büyük ağırlıklarmış, bunu anlıyorum giderek.