Gurbetin Çağrısı

Bir gurbet çağrısı nasıldır, bilir misiniz? Fındıklar insana o çağrıyı duyurur. Siftah etmek için yanına sokulduğunuz incir ağacında yine o çağrı hissedilir. Sanki Göç Destanı’ndaki dağın taşın “göç, göç” diye inlemesi gibidir bu hâl. Ağaç, yaprak, meyve, harmandaki fındık, gökyüzü ve bulutlar bu acayip lisanla konuşur. Gitmemiz gerektiği gibi bir his yerleşir içimize. Gurbet hep varmış da bizim doğup büyüdüğümüz bu yerlerde oluşumuz geçip gidecek bir fasıldan ibaretmiş gibi gelir. Anlarsınız ki, “Ben gurbette değilim / Gurbet benim içimde” diyen şair çok doğru söylemiştir. Nereye gidersek gidelim, hep içimizde bizimle beraber oraya giden bir gurbetimiz var. Bunu hissettiğimiz zaman doğup büyüdüğümüz yerlerde gönlümüzde beliren en belirgin sevinç işareti uzun tefekkür demleridir. Bu sevinç zamanda ve mekânda duyulan derinliği hissettiğimiz içindir. Kavuşmalar iğreti, gurbet ise asıl gibidir.
O hep vardır. Yerimizde yurdumuzda o eski günlerdeki gibi bütün bir neşeyle yaşamak hayâllerimizde kalmış gibidir artık. Hayallere uğrayan düşünceler de bir gün gerçek olur mu dersiniz?
Bizim köy, gurbetçidir. Bir çocuk henüz küçük yaşlarından itibaren gurbetle tanışır. Baba, gurbet ele bir valiz veya bavulla çıkarken ufacık yürekler uzun bir ayrılığı duymaya başlar. Daha önceleri sırtına bir yorgan saran gurbetçiler avlulardan geçer, fındık bahçeleri üzerinden gurbete yollanırdı.
Gurbet, gurbetten ziyade köyde duyulurdu. Evin erkeği, ailenin sorumluluğunu evin en büyük erkek çocuğuna verir ve onlar annenin, kardeşlerin kendilerine emanet olduğunu bilirlerdi. Bu da giderek insanları daha küçük yaşlarında “umur sahibi” yapardı. Bağ bahçe, tarla, ev ve bir aile her nasılsa küçücük çocuklara emanet edilirdi.
Gidenlerden geriye yüreklerde derin bir hüzün kalır ve onların gelişi dört gözle beklenirdi. Gurbetten dönen biriyle -velev ki babamız olsun- derhâl senli benli olunamazdı. Muhakkak bir alışma faslı olurdu. Gurbet, gelenleri garip yapmıştı. Bu gariplik kolay silinmiyordu gurbetten dönenlerin üzerinden.
Gurbetten gelen kişiler ziyaret edilir, hoş geldine gidilirdi evlere. Gelen misafirlere gurbetçinin getirdiği pişmaniye ve lokumdan ikram edilirdi. Evde bir curcuna giderdi. Aylardır süren gurbetliğin acısını çıkarmak istercesine ev dolup taşar ve köylüler âdeta akın ederdi. Bu gurbetçinin gideceği zaman da böyle olurdu. İlginçtir fakat bizi birbirimizden ayıran gurbet, başında ve sonunda bizi yeniden bir araya getirirdi.
Gurbet, her seferinde bizi çağırmaya devam ediyor. Fakat artık köyün daveti de duyuluyor yüreklerde. Bir fırsatını bulan köyüne atıyor kendini. Bir ananın kucağı, bir babanın gölgesi gibi köylerimiz… Gurbetin çağrısı da diner bir gün. Köyün daveti gönüllerde hissedildikçe bir fırsatını bulup ona dönenler eksik olmayacak. Kendisinden böyle uzakta hep hasretle tüllenen eski demleri içimizde duydukça köyün daveti eksilmeyecek demektir.