Hasbihal
Akşam oldu ve beni acayip bir efkâr bastı. Elimde bir kitap var. Bir menâkıb… Bilhassa mânevî bir lezzet bulayım diye okuyorum. Menâkıpları çok seviyorum. Fakat bu kitapta her sayfada birkaç tane okuma hatası var. Hem de fahiş hatalar. Terkipler yanlış, aruzla yazılmış şiirlerin vezinleri hatalı… Efkârım bu yüzden. Şu memleketin dertlerine üzülmekten kendi meselelerime sıra gelmiyor. Girdim internete. Menâkıbı yayına hazırlayan kişinin unvanına baktım. Doç. Dr. Bilmem ne… İyiymiş… Daha ne bekliyordun!
Pencereden Dörtdivan ovası boyunca uzayan tarlalara baktım. Yalnızlığımı duydum. Bir başıma yapmaya çalıştığım çalışmaları, derlemeleri, hiç ölmeyecekmiş gibi dertsiz yaşayan insanları, bulunduğu şehrin değerlerini umursamayan üniversiteyi, Geredeli Hacı Halil Efendi’den yaptığım çalışmada Geredeli Aziz diye söz ettiğim için bana akademik ahlaktan söz eden hocayı, çalışıyormuş gibi gözüküp hep tersine işleyen çarpık eğitim düzenini, boş beleş verilen unvanları, dostlar alışverişte görsün diye yapılan çalışmaları, paldır küldür şovlarla bu milleti şebek gibi gören o sakat zihniyeti vs.
İnsanlar yerine taşlardan, ağaçlardan, ormanlardan, akarsulardan medet umduğum zamanları hatırladım. Sabah doğup akşam ölenleri… Varlığa, ülkeye hizmet etmeyenlerin aşksızlığını, memleketin derdiyle dertlenmeyenleri…
Dörtdivan sessiz… Nasıl bu kadar sessiz olabiliyor? Derdimiz var… Yığın yığın… Nasıl çözeceğiz? Ne yapmalı?
Yeniden menâkıba dönüyorum. Okuyorum… Hataları görmeden. Keyfime bakıyorum. Herkesin yaptığı gibi… Ulusu’yun yanından geçerken orayı çöplüğe çevirenlere hakaret etmemeye çalıştığım gibi… Her şey güzel, her şey yerli yerince. Ne demeli! Şu Doç.’in de profesörlüğünü şimdiden tebrik etmeli.