Hayatı İzlemek
Yazmak bir varlık izhar etmek demek. Hâlbuki hayatta çok şey değişir. Ne dava kalır ne davacı… “Ben gelmedim dava için…” diyen Yunus, şiirlerini söylerken varlık izhar etmenin gönlünde uyandırdığı halden mi muzdaripti?
Nereden bakarsak bakalım, insanın dışa dönük hamlelerinde böyle bir niyet gizli olabilir. Çünkü söylerken, yaparken, yazarken, konuşurken hep “Ben buradayım!” diyen bir hâlin esiri olmak tehlikesi vardır. Fakat içe dönük hamlelerimizde, bir başına ve samimî olarak icra edilen şeylerde belki bunu önlemek biraz mümkündür. Fakat tam olarak ortadan kaldırmak ne kadar mümkün olabilir?
Bununla beraber bu duyguyu izlemek ve takip etmek gerekir içimizde. Çünkü bir müddet sonra insanın duyguyu ve düşünceyi kontrol edebilmesinin tek yolu içinden geçenleri izlemek oluyor. Müdahale etmeyi bile istemiyorsunuz. Çünkü dâimâ olup duran bir şey şu hayat dediğimiz şey. Her geçene müdahele edecek, her uğrayanı görecek, her şeyi yorumlayacak gönül ve zihin enerjisi kimde var? O yüzden bazen de geçip gideni sadece izlemek, bu hayatta bir izleyici olmak yeterli olabilir.
İşin en ilginci insan bu tavrı giderek bütün bir hayata ve olup bitenlere göstermeye başlıyor. Çünkü dışarısı gücümüzü, kuvvetimizi emen bir sürü tehditle dolu. Çevremizdeki şeyler insanın enerjisinden, ilgisinden, parasından, zamanından besleniyor. Bununla beraber insanı tüketiyor. Çoğu insan orta yaşlarında derin bir hayal kırıklığı, yaşlılık yıllarında ise yalnızlıkla başbaşa kalıyor. Çünkü hayata çok fazla müdahil olan, çevresinden büyük beklentilere giren, insanların ilgisine saplanıp kalan kişilerin kaderinin böyle olmasına şaşmamak gerek.
Şimdi sormak istiyorum: Dışarıda yaşadığımız hayat bizi hayal kırıklığına ve yalnızlığa mı hazırlıyor yoksa bir iç huzuruna mı? Eğer cevap ikincisi ise insanın bu hayatta giderek zihnen hafiflemesi kalbindeki güzel duygular bakımından derinleşmesi ve çoğalması gerekir. Yoksa dış dünyanın çok fazla şekillendirdiği ve müdahil olduğu bir hayatın sonu malûm.