Dolar 35,1981
Euro 36,7471
Altın 2.968,65
BİST 9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 9°C
Az Bulutlu
Afyon
9°C
Az Bulutlu
Pts 8°C
Sal 6°C
Çar 6°C
Per 6°C

Kadim Bilgelik ve Bir Çift Yürek – 5

Kadim Bilgelik ve Bir Çift Yürek – 5

Kurumsal Web Tasarım

Bilgeliğin Dili

Bilgeliğin dili sözlüdür. Daha da önemlisi bilgelik semitik bir kavramdır. O, yazıya dönüştüğü zaman asıl gücünü büyük oranda kaybeder. Dolayısıyla bilgelik geleneğini yaşatan insanlar tarih boyunca en çok sözün gücünden yararlanmışlardır. Eğer bilgeliğin bir tecrübe olarak gelecek nesillere aktarılması isteniyorsa bunun için sembolik bir dil öne çıkar.

Bilge insanlar yazıdan ve bildiğimiz anlamda bir eğitimden uzakta yaşamak isteyebilirler. Öncelikle bunlar anlamı ve insanı sınırlayan kavramlardır. Çünkü bilgelik insanın kendi varoluşuyla kurduğu bağ ile ilgilidir. Bilgeler zaman zaman gizlenme ihtiyacı duyabilirler. Bunun için tarihte “ümmî”, “miskin” gibi kelimelerin tercih edildiği görülür. Bu kavramlar, sahiplerinin bildiğimiz anlamda eğitim öğretim faaliyeti içerisinde bulunmadığını göstermezler. Bilgeler böyle kelimelerin ve sıradan bir hayatın ardına gizlenirler. Böylece bilgi hak eden kimselere ulaştırılmış olur.

Bilgelik yazıyı da kullanmakla beraber esas anlamda şifahîliği tercih ederler.Aborjinler de yazıyı kullanmayı en başından itibaren reddeden insanlar olmuşlar. “Bu insanlar yazılı bir dil kullanmayı reddetmişlerdi çünkü onlara göre yazı, belleğin gücünü yok ediyordu. Eğer sürekli alıştırma yapılırsa bellek mükemmel bir işlerlik sergilerdi.” (s. 81).

Gerçek İnsanlar Kabilesi, bilgeliklerini ortaya koymak üzere belleğin gücüne yaslanan insanlardır. Fakat bellek, onlar için tek bir anlam içermez. Evrenin sırrını temsil eden bilgeler için bellekteki bilgi, ancak sevgiyle harmanlandığı zaman bir anlam kazanır. Bilgeliğin dilinin evrensel olduğu söylenir. Bununla insanın yaşadığı iç tecrübesinin -o nerede yaşanırsa yaşansın- bir farkının olmayacağını anlıyorum. Gerçek İnsanlar Kabilesi, bilgeliğe ve onun ifade edilişine büyük önem verirler. Bilgeliğin ifade edilmeyi beklediğini söylerler. “Bir müzisyenin müzikal ifadeyi araması gibi, evrendeki müzik de ifade edilmeyi bekler.” (s. 143). Bunun bir başka ifadesi ise şöyledir: “İnsanlar, bilgi peşinde koşarlar ama farkına vazmazlar, bilgelik de ifade edilmeyi bekler.” (s. 185).

İnsan bilgeliği aramak için yaratılmıştır. İnsanın hakiki vazifesi bunun üzerinde düşünmektir. Bilgeliğe kavuşanlar asla kendilerine ve çevrelerine zarar vermezler. Onlar diğer insanları, hayvanları ve bitkileri korumanın; onlara dua etmenin evrene gösterilebilecek en büyük saygı olduğunu bilerek yaşarlar. Bundan olsa gerek binlerce yıl yaşadıkları topraklarda asla mahrum kalmamışlar ve mahzun olmamışlardır. Ta ki mutantlar topraklarını işgal edip onları buralardan sürene kadar… Yazar şöyle der:

“Aborjinler zamanın başlangıcından beri bu toprakların üzerinde yaşadıklarını söylerler. Bilim adamları da en azından ellibin yıldır Avustralya’da insanların yaşadığı konusunda hemfikirdiler. Ellibin yıl sonra ormanları yok etmemiş, suları kirletmemiş, canlı türlerinin soyunu kurutmamış, hiçbir türlü zehirlenmeye yol açmamış olmaları ve bununla birlikte her zaman bolca yiyecek ve korunak bulmuş olmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Onlar pek çok gülmüşler, pek az ağlamışlardır. Ömürleri daima uzun, sağlıklı, bereketli olmuştur ve de bu bedenlerini terkederlerken ruhsal olarak kendilerini güvende hissetmişlerdir.” (s. 144)

Bu, ancak bilgece bir hayat anlayışının eseri olabilirdi. Böyle düşünüldüğünde kendilerine modern diyenlerin tabiata ve insana zarar verdikçe, evreni huzursuz ettikçe, zengin kaynakları sömürüp çevreyi kirlettikçe hiç de iddia ettikleri gibi olmadığı görülüyor. Mutantlar sergiledikleri vahşeti, bilgeliğini ve varoluş hususundaki derin düşüncelerini anlayamadığı bu insanlara ilkel diyerek gizliyor.

Bilgeliğin dili olarak rüyaların da öne çıktığı görülür. Çünkü Gerçek İnsanlar Kabilesi, rüyalara oldukça önem vermektedir. Aslında rüya ve uyku bilgelikten kopanların evrenle kurabileceği bağın tek yolu gibidir. Gerçek İnsanlar Kabilesi “Rüyalar, gerçekliğin gölgeleridir.” (s. 147) der. Onların rüyayı bir üst bilinç hâli olarak kabul ettiğini söyleyebiliriz. Fakat, Gerçek İnsanlar rüyâ hâlinin sadece uykudayken ortaya çıktığını kabul etmezler: “Mutantlar rüya görmenin tek yolu olarak uykuya dalmayı biliyorlardı, oysa Gerçek İnsanlar uyanıkken de rüya bilincine varabiliyorlardı. Zihni kontrol altına alan uyuşturuculara başvurmaksızın, sadece solunum ve dikkati yoğunlaştırma yöntemiyle rüyalar ülkesinin bilinç katmanına ulaşabiliyorlardı.” (s. 148)

Bilgelik, Aborjinler için bir yaşam ve düşünce şeklidir. Bilgeliğin biçimle bir ilgisi yoktur. Biçime, şekle, görüntüye çok fazla aldanan mutantların bilgeliğe bir türlü erişemeyişleri biraz da bundandır: “Birlik görünen bir şey değildir. mutantlar biçimlere çok bağlıdır. Görünmeyen ve biçimi olmayan bir şeyi kabullenemiyorlar.” (s. 161).

Bilgelik her zaman vardır. Ancak mutantların hayatında onu sükûta mecbur eden birçok şey bulunmaktadır. Bilgeliğin karşısında her zaman derin bir cehalet yer alır. Bu ise insanın hem fizyolojik hem de psikolojik problemlerinin kaynağıdır. Bir bütünden ayrı olduğu vehmiyle yaşayan ve hep onu aradığının bir türlü farkında olamayan insanlar daima tedirgindir. Stresin, tedirginliğin, bunalımın hatta bazı bedensel hastalıkların temelinde bu cehalet yatar. İşin en trajik yanı ise varoluşumuzun kökenine yönelik bu cehaletin bilim ve modernlik adıyla dayatılmasıdır.

Yukarıda bilgeliğin biçimle ilgisinin olmadığı ifade edilmişti. Bilgeliğe ve Yaratıcı güce yönelik düşüncelerimizin temelinde böyle bir mesele yatmaktadır. Bu basitmiş gibi görünen sorun insanın iç âlemindeki değişimlerin, duyguların, onu evrene bağlayan düşüncelerin bir türlü anlaşılamayışı demek olur. Gerçek İnsanlar Kabilesi’nin üyeleri yaratıcı gücün belli bir formunun olmadığı hususu üzerinde ısrarla durmaktadır:

“Benim insanlarım, siz mutantların Tanrı dediğiniz varlığı tanımlamakta güçlük çektiğinizi, çünkü bunun için mutlaka bir formı olması gerektiğinizi düşündüğünüze inanırlar. Bizler için Birliğin boyutları, biçimi ya da ağırlığı yoktur. Bir’lik özdür, yaratıcılıktır, saflıktır, sevgidir, enerjidir ve sınırsızdır. Kabile masallarının pek çoğunda bir Gökkuşağı Yılan’dan söz edilir ve bu mutlak barış olarak başlayan, titreşim değiştirip ses, renk ve form halini alan enerji ya da bilinç çizgisinin dokunmasını simgeler.” (s. 188-189)

Hayatın özü bütün yaşam formlarında bulunan müşterek bir ifadedir. Bunun dili ve rengi yoktur. Tıpkı bilgelik gibi… Hayatın özünden yaratıcı güç olarak sevgi vardır. Gerçek İnsanlar bunun sınırsız olduğunu ve enerji olarak da isimlendirildiğini ifade ederler. Şu sözler de Aborjinler’in Tanrı anlayışını anlamamıza yardım eder: “Tanrısal Bir’lik bir insan değildir. O Tanrıdır, yücedir, bütünüyle olumludur, sevgi dolu bir güçtür. O, dünyayı, enerjiyi yayarak yaratmıştır.” (s. 189).

Yaratılış ve Tanrı hep aktiftir. Bunu herhalde “daima” fikri ile beraber düşünmek gerekir. Görülen şeyler ve eşya daima bir güç tarafından şekillendirilmektedir: “Gerçekliğe formunu veren bilinçsizliktir. ‘Rüya zamanı’nın üçüncü bölümü şimdi’dir. Düşler hâlâ sürmektedirler; bilinçsizlik dünyayı yaratmayı sürdürmektedir.” (s. …)

Bilgelik insanın bu hayatta yaşadığı tecrübeyle beraber artar. Bu yüzden Gerçek İnsanlar Kabilesi’nde yaşlılık, günümüzdeki gibi bir anlam taşımaz. Geleneksel toplumlarda görüldüğü üzere yaşlılık bilge olmakla beraberdir. Yaşlı olmak, oldukça saygın bir mevkide olmak demektir. İçsel yolculuğunda kabilenin daha genç üyelerine göre pek çok tecrübe yaşamış yaşlı kimseler daha bilgedir ve daha çok bilgiye sahiplerdir. Yazar, kabiledeki bilge ve yaşlı kimselerle, içinden geldiği toplumun yaşlıları arasında şöyle bir karşılaştırma yapar:

“Bizim toplumumuzda ne çok unutkan, sorumluluk alamayan, güvenilemeyen ve düşkün yaşlı olduğunu düşündüm. Oysa burada, bu yabanıl ortamda, yaşlılık bilgelikle eşit adımlarla ilerliyordu ve bu kişilerin tartışmalara katkıları önemle değerlendiriliyordu. Onlar, ötekiler için birer güç ve örnek anıtı sayılıyordu.” (s. 196)

Hikmet, insanın nereden gelip nereye gittiği konusuna büyük önem verir. Bu sorunun cevabını bilemeyen bizim gibi mutantlar, hayvanlık mertebesinde kabul edilir. Gerçek İnsanlar’ın bilgeliğinin temelinde onların nereden gelip nereye gittiklerini bilmeleri yatar: “Gerçek İnsanlar son nefeslerini verdikleri zaman nereye gideceklerini biliyorlar ama mutantların pek çoğu böyle bir bilgiden yoksun. Bunu bildiğiniz zaman, bu dünyadan güven ve huzur içinde ayrılıyorsunuz; bilmediğiniz zaman doğal olarak bir mücadele veriliyor.” (s. 202).

Bilgelik, bir şeyin nedenini ve niçini araştırmayı çok doğru bulmaz fakat her şeyin bir sebebi olduğuna inanır. Bu yüzden sorgulamazlar. Esasında bilgeliğin bir yönü hikmete ters bir şey yapmamak ve her şeyin insanın kendisinden kaynaklandığını kabul etmektir: “Kabile, Tanrısal Birliğin planına göre hiçbir canlının yaşarken acı çekmemesi gerektiğine inanıyordu, eğer bir yaratık ıstırap çekiyorsa, bunu kendi istemiştir diye düşünüyorlardı. Onların bu inancı hem hayvanlar hem de insanlar için geçerliydi.” (s. 217)

Yasin Şen – Afyon Haber
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.