Kadim Bilgelik ve Bir Çift Yürek – 7
Kadim Bilgelik ve Bir Çift Yürek – 7
Zamanın ve Evrenin Bütünlüğü
Bilgeliğin en temel özelliği evrenin bütünlüğü anlayışıdır. Kitap boyunca bunun, yaşanan her şeyin temelindeki özü meydana getiren güç olduğu vurgulanır. Evet, evren bir bütündür ve biz bu bütünün bir modeliyiz. Bu bilgi, hiçbir bilgelik mektebinde değişmeyen bir hakikattir. Budizm, Hermetik düşünce ve diğerleri… İslam tasavvufu bunu “vahdet-i vücût” şeklinde ifade eder.
Bazılarının söylediği gibi bu anlayış felsefî bir bakış değildir. Esasında felsefenin ve çatışmaya dayalı hiçbir mektebin bilgelikle ilgisi yoktur. Çünkü felsefe, siyaset ve spor müsabakaları muhatabın eksik yönlerini tayin edip onu yenebilmenin yollarını ararken bilgelik ise muhatabın hangi yönden haklı olabileceğini ve onunla nasıl bütünleşebileceğinin yollarını arar. Daha da önemlisi günümüzde öne çıkan düşünce mekteplerinde, siyasette ve önemsenen alanlarda hep bir rakip ve kazanma hırsı vardır. Bu durum yaşamımızda bilgeliğin olmadığının ve olamayacağının ifadesidir. Huzursuzluğumuzun en büyük sebebi yaşamda saklı duran bu bütünlüğü çözememiş olmamızdır.
Âlemde bir süreklilik ve dâimî bir oluş hep vardı, var olmaya da devam edecektir. Bu, insan aklının anlamakta güçlük çekeceği bir husustur. Çünkü insan aklı sınırlıdır ve sınırlı olanın sonsuz olanı anlaması için evrenin dilini bilmesi gerekmektedir. Ancak evrenin bütünlüğünü anlayanlar dâima’nın sırrını kavrayabilir.
Zaman, Tanrı’nın en büyük tecellilerinden birisidir. Bu sebeple İslam tasavvufunda zamana sövmemek emredilir. Bunun Bilge Kağan elinden ifade edilişi ise şöyledir: “Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölümlüdür.” Bu, ayrıca zamanın en zirve anlamda Tanrısal bir idrak ile yaşandığını göstermektedir. Bir daimî oluş içerisinde zamanı, an dediğimiz çok küçük ama çok derin bir bütünde idrak eden biri, zamanı da en yüksek bilinç düzeyinde anlamış olur. Zamanı anlamayan kimseler, sadece ölümlü varlıklardır. İnsanoğlu, ölümlü olduğu sürece zamanı anlayamayacaktır. Ancak, içindeki cevheri ortaya çıkarabildiği zaman daima’nın sırrını da çözebilecektir.
Evren ve insan arasında kurulabilecek ilişki gücün de ortaya çıkması anlamını taşımaktadır: “İnsanlar Tanrısal Birliği tanısalar ve evrenin gelişigüzel ilerleyen bir olgu değil, ayrıntılarıyla belirlenmiş bir tasarım olduğunu bilseler, hiç korkmazlar. İnsanın inancı ya vardır ya yoktur; ikisi birden olmaz. Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. İnsanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. Ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.” (s. 192)
Öyleyse sahip olma güdüsü, evrenin bütünlüğünden kopuşun da ifadesidir. Ve bu asla özgürlük anlamı taşımaz. İnsan daima bağlanmak isteyen bir varlıktır. Asıl mesele onun, özüyle irtibat kurup evrenin dilini çözebilmesi ve kendini okuyabilmesidir.
Gerçek İnsanlar, zamanın akıp gitmesinden amacın bilgeliğin çoğalması olduğunu düşünürler: “Onların inancına göre zamanın akıp gitmesinin amacı bir insanın daha mükemmel, daha bilge hale gelmesi ve kendi varoluşunu dile getirmede daha başarılı olmasıydı.” (s. 205).
Bilgelik çoğaldıkça insan yeni isimler kazanır. Öyleyse isimler bile zaman içerisinde değişebilir. Çünkü bilgeliğe göre sabit bir şey yoktur, her şey akar. Yazar da Gerçek İnsanlar arasında gerçekleşen yolculuğunun sonunda yeni bir isim kazanmayı hak etmiştir: “Bir Aborjin adı kazanmama az kalmıştı. Benim birden çok yeteneğim olduğunu düşünüyorlardı ve kendi kültürüme sadık kalarak, onları ve onların yaşama bakış tarzlarını çok sevdiğimi anlamışlardı. Bu yüzden bana “Bir Çift Yürek” adını verdiler.” (s. 207)
İnsanın ve Evrenin Gücü
İnsan ve Evren aynı muhtevada iki devasa güçtür ve bu güç bunların bir bütün olmalarından ileri gelir. Evrenin gücü ve bilgelik, bu bütünlük ile açığa çıkar. “Gerçek İnsanlar Kabilesi, insanlığın tek bir aile haline gelebilmesi için evrimsel bir öğrenme dönemi geçirmesi gerektiğine inanıyor. Onların düşüncesine göre, evren hâlâ tasarlanmakta ve oluşmakta olan bir proje. İnsanlar birer varlık olduklarını anlayamayacak denli meşgul görünüyorlar.” (s. 130). Gerçek İnsanlar evrenle müthiş bir uyum sergilemekteydiler. Yazar bunu şöyle ifade etmekteydi: “Arkadaşlarım evrenle bütünleşmenin ustası olmuşlardı; ondan sonuna dek yararlanıyorlar ama onu asla rahatsız etmiyorlardı.” (s. 136)
İnsandaki bilgelik ve evrendeki süreklilik aynı şeyi ifade eder. Evrenin bütünlüğü insana bir şifa olarak yansır. Şifa burada insanın ve çevredeki şeylerin hayrına olan tüm sözlerimiz ve eylemlerimizdir. Aranan ve özlenen budur. İnsanın evrenle kurduğu sonsuz bağ içsel bir hadisedir ve yine insan mükemmelliği daha çok mânevî bir mahiyet arz eder. Dolayısıyla bunu anlamlandırmak gerçekten çok zordur ve insanın kendiyle ve evrenle kurabildiği ilişkinin derinliğine bağlıdır. Kabile, bu yüzden vardır. Kabile üyelerini ve bilge kişileri bir anlamda geleneğin gücü ve yol gösterici birer rehber olarak da görebiliriz. Kabilenin her ferdi, diğerlerinin bir yansıması olarak belirir. Dolayısıyla her fert diğeri için bir rehber vazifesi görür.
İnsanın asıl gücü duyguları ve düşünceleridir. Evrendeki yerimizi belirleyen de düşüncelerimiz, niyetimiz ve duygularımızdır. Beden sınırlandırılmıştır ancak içimiz sonsuz bir güce kavuşabilir. Bu yazıların birçok yerinde vurgulandığı gibi bunun açığa çıkarılabilmesi insanın kendiyle ve evrenle kuracağı dolaysız, samimî, içten ilişkiye bağlıdır. Dolayısıyla bedenimiz gibi duygularımız da terbiye edilmelidir. Aslolan eylemin kendisi değil niyetlerimiz ve düşüncelerimizdir. Yazar, bunu Gerçek İnsanlar’ın arasındayken şöyle ifade eder:
“Önemli olan açık yüreklilikle ve sevgiyle verme anında deneyimlenen duygudur. Ölmekte olan bir bitkiye ya da hayvana su ya da cesaret vermek, aydınlanma yolunda, yaşamı ve bizi Yaratanı tanımak konusunda susamış bir insan bulup ona su vermek kadar önemli bir adımdır. İnsanoğlu bu varoluş düzeninden ayrılırken heyecanlarını an be an nasıl yaşadığının kayıtlarını da yanında götürür. Fiziksel olmayan görünmez duygular bizlerin o sonsuz parçasını oluştururlar ve iyi ile iyi olmayan arasındaki farkı onlar belirler. Eylem, duygunun ve niyetin dile getirilmesi ve deneyimlenmesi için kullanılan bir kanaldan başka bir şey değildir.” (s. 125).
Dolayısıyla niyet ve düşüncelerimiz çok önemlidir. Tanrısal Birlik bizim en çok niyetlerimiz ve düşüncelerimizle ilgilenir. Ooota yazara hitaben “Sen Tanrısal Birliğin insanları gördüğünü ve yargıladığını sanıyorsun.” der. Ooota sözlerini şöyle sürdürür: “Bizlerse onun varlıkların niyetlerini ve duygularını hissettiğine inanıyoruz . O’nun, bizim ne yaptığımızla ve neden yaptığımızla ilgilendiğini düşünmüyoruz.” (s. 185).
Gerçek İnsanlar, evrende insanın gücünün farkına varmışlardı. Bilgeliklerinin temelinde yatan dinamiklerden birisi de buydu. İnsan büyük bir değerdi. Varoluşunun hikmetini, sebebini bilen; evrendeki yerini tayin eden biri büyük güç idi. Bu kabilede her insanın bir yeri ve önemi vardı. Yaşadığı toplumla kabile arasında dikkate değer karşılaştırmalar yapma imkânı bulan yazar şöyle der:
“Aklıma kendi memleketimdeki, Amerika’daki insanlar geldi: amaçsız ve anlamsız bir yaşam tarzı ile oradan oraya sürüklenen gençler, topluma sunacakları hiçbir şeyin olmadığına inanan evsiz berduşlar, bizimkine benzemeyen bir gerçeklik dünyasında işlev kazanmak isteyen uyumsuz insanlar… Keşke onları buraya getirebilseydim de bunu görebilselerdi; toplum içersinde işe yaramak, hayır yapmak öylesine kolay, işe yaradığını hissetmek öylesine harikaydı ki!” (s. 206)
Her şey, içini güzelleştirmesi ve tecrübelerini zenginleştirmesi üzere insana sunulmuş bir fıırsat idi. Dahası yaşamın kendisi büyük bir imkân idi. Ancak, yaşamın sırf insana ait bir şey gibi düşünülmesi ve egomuzdan, ihtiraslarımızdan başka şeylere değer verilmemesi hayatın ruhuna zarar vermekteydi. Dolayısıyla insan hayatta, daima tecrübe olarak zenginleşmenin bir yolunu aramalıdır: Gerçek İnsanlar, yaşamı maddî yönleriyle değil bu tecrübeler manzumesiyle değerlendirirler. Bunu çok iyi anlayan yazar şöyle der: “Her şeyin ruhsal zenginleşme için bir fırsat olduğunu öğrendim.” (s. 232)