Kiraz Ağacı
Köyümüzde bir kiraz ağacı vardı. Ufka yayılan bütün külliyetiyle göğü kendine mesken eylemişti. Ona tırmanmak zor ve tehlikeli bir şeydi. Fakat bizim için bu imkânsız değildi. Kirazlarının lezzetine varmak, kocaman dallarının üzerinde yeşilin ve köyün doyumsuz manzarasına şöyle bir dalıp gitmek bizi ruhumuzdan kavrayan arzuların en büyüğünden idi. Bu yüzden müthiş bir gönül rahatlığı ile ağacı tırmanabilir, kızaran kollarımıza rağmen bu zahmetin sonunda erişeceğimiz kirazlar sebebiyle en uçtaki dallara kadar gidebilirdik.
Kiraz ağacı hep orada kalacakmış gibi yerinde, mütevekkil ve vakur yüceliyordu. Kendisine dokunabilecek, ona zarar verebilecek birini tasavvur bile edemezdik. Çünkü ulu bir ağaçtı kiraz ağacı! Onun âit olduğu bir mekânı ve içinde bizim de bulunduğumuz bir geçmişi vardı. Yerinde daima sapasağlam duracaktı o. Birilerinin ona dokunmak gibi bir haddi olamazdı? Elimizden çıkıp giden çocukluğun saf neşesiyle beraber bir gün onun da yıkılacağını, elimizden kayıp gideceğini nereden bilebilirdik!
Aradan uzun zamanlar geçti. Biz artık kiraz ağacının genç müdavimleriydik. Duası kabul olunmuş kimseler gibi neşeli duran dallarına münasip bir şekilde yayılmış o tatlı yeşilliğinin altında lezzetli meyvelerinin tadına hâlâ varabiliyorduk. Çocukluğumuzun en güzel ve en renkli hatıralarına şahitlik etmiş bu ihtiyar dostun kucağında olmak bize hâlâ derin bir huzur veriyordu.
Aradan yıllar geçti. Bir ara kiraz ağacının yıkılacağı haberini aldık. O yaz mevsimi orağını, baltasını kapan ağacın kuvvetli dallarına saldırdı. En uçlardaki meyvelerin tadına varabilmek için yapılan birçok yaralayıcı hamle yüzünden kiraz ağacı adeta elsiz kolsuz bırakıldı. Ağacın o devasa bedeni bu darbelerden çok yara aldı. Biz olanları sadece seyrediyorduk. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Hakkında hüküm verilen kiraz ağacıysa, olanlara mütevekkil öylece duruyordu. Kaderine boyun eğmişti. Gözlerimiz her darbeyle biraz daha eğilen o bereketli dallarında hasret ve yeisle asılı kalmıştı.
Buna rağmen ağaç birkaç yıl daha yaşadı. Fakat hiçbir zaman bir daha eskisi gibi meyve vermedi. Kiraz ağacı hayata küstürülmüştü. İnsanlara en güzel meyvelerini takdim etmek üzere uzattığı elleri hiç hak etmediği bir muameleyle karşılaşmıştı. Ve bir gün kesildi. Kocaman bedeni, kendisini toprağa bağlayan köklerinden koparıldı. Artık o yoktu. Hatıralar kaldı ondan. Kendisine bir mekân arayan, karşılaştığı boşluk hissi yüzünden giderek manasızlaşan ve nihayet kendini zihnin kuytularına hapseden garip hatıralar kaldı.
Eski insanlar bir ağacın küsebileceğini söylerlerdi. Bir ağaç nasıl küsebilirdi? Ona bu duyguyu veren şey ne olabilirdi? Zor olmadı bunu anlamak. Kiraz ağacıyla bu duyguyu yaşamıştık.
Hayatımızda onun gibi daha nice ağacın acı tatlı hatırası oldu. Binlerce belki on binlerce ağaç vardı etrafımızda. Belki bundan ötürü onların kıymetini bilemedik biz. Hayatımızdan çekilip giden şeylerin acısını var olanla teskin etme yoluna gittik hep. Belki basiretimiz tutuldu. Fakat çok ağacı feda ettik. Birçoklarının yıkılışına şahit oldum. Alıp başını gittiler hayatımızdan. Bir daha geri dönmediler. İçimizde burukluk, gözlerimizde haksızlığa uğramış olanları görmenin verdiği o tuhaf tereddüt hâli kaldı.
Kendimle baş başa kaldığım münzevi demlerin en güzel müdavimlerinden biri de bu ağaçlardır. Onları düşünmek, bir duygudaşlığı beraber yaşamak gibi haz ve elemi bir arada tutmak demektir. Onlar mazinin derinlerinden selama duruyorlar. Hüzünlü ve inatçı vedaların ardında kalan bir tavırla bakıyorlar bize. Bir insan-ı kâmil gibi mütevekkil, dağlar gibi yüce, toprak gibi şefkatli hallerini özlüyorum onların. Hatırladıkça ağaçlar, o asil varlıklar neler söylemiyor bize! Neler anlatmıyor!
Ağaç, yüklendiği bir mazi ile geliyor insana. Hatıralarla yüklüdür. Kendisine dokunan insanların, bedenine yuva yapan sair canlıların ve izini sürüp geldiği bir zamanın varlığıyla hemhâl kılınmıştır. Bu yüzden bize yakındır. Hayatımıza ve geçmişimize bir yerlerden dâhil oluverir. Bir şeylerin teminatı gibi ufukta, sonsuzlukta, bahçemizde ve dağlarda kendine yer edinmiştir. Onları gidip gördükçe, bizi bırakıp gitmeyen bir mazinin varlığıyla içimiz şenlenir. Yaşamaya daha bir sıkı sarılır, ümide daha sıkı tutunuruz. Bunu bize bir ağacın vefa yüklü hayatiyeti verir.