Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi – 1
Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi – 1
İnsanın ulaştığı bütün bilgelik aşamaları onun kendini tanımasıyla ilgilidir. İnsanlık kendini anlattığı ölçüde başka keşifler ve bilgiler ortaya çıkmış, bilhassa bilim ve teknolojide önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bilimin ve teknolojinin gelişimiyle beraber ortaya çıkan konfor ve maddi refah insanın ise kendini tanıyıp anlamasının büyük ölçüde önüne geçmiştir. Bu da insandan beklenen bilgeliğin günlük ve sosyal hayattan çekilmesini ve iyiden iyiye görünmez olmasını beraberinde getirmiştir.
Tabiatla daimî bir alışveriş hâlinde olan topluluklarda bilgelik kendini büyük ölçüde koruyabilmiştir. Fakat onların da maruz kaldığı maddî ve mânevî baskılar bilgeliğin modern hayatta görülmesini bir ölçüde engellemiştir. Ayrıca irfanî öğretilerde çok önemli olan sessizlik, mülkiyet edinmeme, açlığa ve yoksulluğa tahammül, tabiata saygı duyma, tefekkür, bütün canlılara duyulan derin bir sevgi ve hoşgörü bugün günlük hayatta pek de önemsenmemekte ve neticede bu yüzden insan kendini tanımaktan büyük ölçüde uzak düşmektedir. Bu da sosyal ve ferdî hayatta giderek bazı psikolojik ve toplumsal meselelere sebebiyet verebilmektedir.
Yeryüzünde bilgeliği yaşamış topluluklardan birisi de Kızılderililerdir. Kızılderili ismi genel olarak Amerika yerlilerini ifade eder. Bu isimlendirme şüphesiz kıtaya sonradan yerleşen beyazlara aittir ve yerliler kendilerine daha başka isimler vermişlerdir. Çerokiler, Apaçiler, Sui Kabilesi ve diğer Amerika yerlileri uzun yıllar boyunca bu kıta üzerinde barış ve huzur içinde yaşamışlardır.
Kızılderililerin öne çıkan ortak özelliklerinden biri tabiat ve insan arasında mükemmel bir bağ kurabilmeleri ve buradan hoşgörü temelli bir bilgeliğe erişmiş olmalarıdır. Bu da onların içe yönelme diyebileceğimiz bir tür tefekkür biçimini hayatlarına dahil etmelerine yardımcı olmuş ve yerliler, varlıkla ve evrenle derinden derine etkileşim hâlinde olabilmişlerdir.
Bu yazıda yüzyıllar boyunca bilgeliklerini ferdî ve sosyal hayatta öne çıkaran Kızılderililerden bahsetmeye çalışacağız. Bunu yaparken büyük ölçüde Forrest Carter’ın Küçük Ağaç’ın Eğitimi isimli otobiyografik romanından faydalanacağız.
Anlamak
Kızılderili öğretisinde en çok öne çıkan kavramlardan birisi anlamaktır. İnsanın kendini ve tabiatı anlamaya çalışması ondan istenen önemli bir bilgelik aşamasıdır. Onların bilgece tabiata ve kendilerine yönelmeyi başarmalarının temelinde anlamak istemeyi ve sessizliği hayatın en önemli unsurlarından biri hâline getirmeleri yatar.
Konuşmak, bir Kızılderili’ye göre aslında itiraz anlamı taşır. Anlamak için durup dinlemek gerekir. Çünkü anlamak sessiz olmayı gerekli kılar. Sessizlik evrenin uyumunu ve işleyişini hissetmek demektir. Susan bir insan içindeki bilginin ve bilgeliğin uyanmaya başladığını fark eder. Romanda Büyükanne ile Küçük Ağaç’ın anlatıldığı şu sözlerde de ifade edildiği gibi:
“Elimi tuttu. Karşılık vermeden önce patikadan aşağı uzun süre yürüdük. Her zaman anlamaya çalışmamı söyledi. Benim de oraya gideceğimi ve onun bile önünde olabileceğimi söyledi. Önde olmak gibi bir şeye dünyada aldırmadığımı söyledim. Onlara yetişebilmek, bana bu kadarı yeterdi. Her zaman arkada kalmak bir tür yalnızlıktı.” (S. 81).
Kelimeler bir Kızılderili’ye insanı tanımak için yeterli değildir. Bunu, Büyükbaba’nın Küçük Ağaç’a söylediği şu sözlerin anlıyoruz: “Bir kişinin başka birine karşı sözcükleri kullandığını işitirsen, onu tanımak için sözcüklerden yola çıkma. Kahrolası sözcüklerin hiçbir anlamı yoktur çünkü. Sesinin tonuna dikkat et. Dürüst olup olmadığını yalan söyleyip söylemediğini anlarsın.” – 1
Bir şeyi öğrenmenin yolu anlamak ve yaşamaktır. Öğrenmek istemeyen birine sürekli bir şeyler anlatmanın bir önemi yoktur. Dolayısıyla Kızılderililer, öğrenmeyi yaşamın ayrılmaz bir süreci bilirler. Küçük Ağaç’ın hasta bir buzağıyı elli sente alması ve hayvanın ölmesi üzerine Büyükbaba’nın söylediği şu sözler de bunu göstermektedir: “Görüyorsun, Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, öldüğü için beni suçlayacaktın. Yaşam içinde öğrenmek zorundasın.” (s. 111).
Anlamak, insanın iç dünyasında şeylerin karşılık bulması ve onlara bizim gösterdiğimiz derinlerden gelen bir saygı duygusuyla ilgilidir. Bunun yerine çok kolay bir şekilde kelimeleri ikâme edebilir ve kendimizi onlarla avutabiliriz. Halbuki bu, insanın kendini kandırmasından başka bir şey değildir: “Büyükbaba dedi ki anlamak gerekirmiş. Ama birçok insan anlamak istemezmiş çünkü anlamak zahmetli işmiş. Bu yüzden kendi tembelliklerini örtmek için sözcükler kullanır ve diğer insanlara ‘miskin’ derlermiş.” (s. 123).
Arınmak, anlamak için gereken en önemli şeylerden birisidir. Kızılderili öğretilerinde tefekkür, yalnızlık, içe yönelme ve uyku, aslında hep bir arınma ve anlama yolu olarak karşımıza çıkar. Bu kaçış değil yöneliştir. Halbuki modern hayatta tefekkür hayattan büyük ölçüde çekildiği gibi uyku bile insanların kendisine kaçtığı bir keyfiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki, insanın kendini tanımasına ve anlamasına yönelen öğretilerde tam tersi bir durum gözlenir.
Anlamak için kelimeler çoğu zaman yeterli olmaz. Bir Kızılderili için anlamak içsel bir süreçtir. Bir şey ya anlaşılmıştır ya da anlaşılmamıştır. Günümüz iletişiminde daha çok ikinci durumun öne çıktığını söylemek gerekir. Romanda bunu Büyükbaba’nın da bu şekilde düşündüğü görülür: “Büyükbaba dedi ki ‘Kahrolası aptal sözcük oyunu adamları aptallaştırır. Bir kişinin başka birine karşı sözcükleri kullandığını işitirsen, onu tanımak için sözcüklerden yola çıkma. Kahrolası sözcüklerin hiçbir anlamı yoktur çünkü. Sesinin tonuna dikkat et. Dürüst olup olmadığını yalan söyleyip söylemediğini anlarsın.’ Büyükbaba çok fazla sözcük kullanmaktan yana değildi. Ki bu da mantıklıydı.” (s. 100).
Büyükbaba için birini anlamak, bir bakıma onunla “kandaş” olma anlamı taşır. Bu fizyolojik bir kavram değildir. Onun için ruhsal bir müştereklik anlamı taşır kandaş olmak: “Konuşurlarken Büyükanne, ‘Ben kandaşın mıyım Wales?’ diye sorar da, Büyükbaba, ‘Sen kandaşımsın,’ derse, bunun anlamı ‘Seni anlıyorum’du. Onlara göre sevgi ve anlayış aynı şeydi. Büyükanne, anlamadığı bir şeyi sevemeyeceğini söyledi. İnsanları ve Tanrı’yı anlamaz anlamazsan ne insanları ne Tanrı’yı sevebilirdin.” (s. 53).
Yaşam ve Ölüm
Kızılderililer yaşamın başlangıcı ve sonu olmayan bir süreç olduğunu, görüntülerin sadece formlar olduğunu kabul ederler. Dolayısıyla hayatı anlamak gerekir. Ölüm yoktur hakikatte. Bunu Söğüt John’un ölümünün anlatıldığı satırlarda da net bir şekilde okuruz. “Bee’ye söyle… diye fısıldadı söğüt John, ‘Bir dahaki sefere daha iyi olacak.” ve ayrıca Söğüt John’un Büyükbaba’ya “Sizi bekleyeceğim!” demesi üzerine onun “Geleceğiz” (s. 256) sözleri de ölümün nasıl kabullenildiğini ve ona nasıl yaklaşıldığını gösterir. Söğüt John’un ölümü kitapta şöyle tarif edilir:
“Büyükbaba ile gözlerinden ruhun akıp gittiğini gördük ve bedeninden çıktığını hissettik. O zaman gitmişti. Rüzgâr bizi fırlattı ve yaşlı köknara yaslandı. Büyükbaba dedi ki bu Söğüt John’muş ve güçlü bir ruhu varmış. Onu seyrettik. Yamaçlardaki ağaçların tam üzerinde eğilerek, dağın yanından geçerek ve bir karga sürüsünü havalandırarak. Kargalar gakladıkça gakladı ve Söğüt John ile birlikte dağdan çekip gittiler.” (s. 257).
Büyükanne’nin ölmeden önce Küçük Ağaç’a bıraktığı şu not da ölüme derin bakışla yönelen Kızılderililerin bakışını yansıtır: “Küçük Ağaç, Gitmeliyim. Ağaçları hissettiğin gibi bizi de hisset. Seni bekleyeceğiz. Bir dahaki sefere daha iyi olacak. Her şey yolunda. Büyükanne.” (s. 262).
Yaşamak hem içimizle hem de dışımızla derin bağlar kurabilmektir. Daha doğrusu yaşamak anlamaktır. Bu, bizim etrafımızla derin bağlar kurabilmemize yardımcı olur.
-Forrest Carter, Küçük Ağaç’ın Eğitimi, İngilizceden Çeviren: Şen Süer Eker, Say Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 2021, s. 100.