Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi -3
Kızılderili Bilgeliği ve Küçük Ağaç’ın Eğitimi – 3
Toprak Ana-Monolah
Doğa, insanın en güçlü yanıdır. Çünkü insan, daimî surette oradan beslenmektedir. Tabiata yönelik her türlü tehdit aynı zamanda insana yönelmiştir. Doğayı anlamak insanı çok derinlerde duymak demektir. Bu sebeple hiçbir öğreti doğadan ayrı düşünülemez.
Kızılderili bilgeliği de bir zemin olarak doğadan beslenir. İnsanların doğumu, tarladaki ekim işleri ve günlük yaşayış büyük ölçüde yıldızlara, rüzgâra ve mevsimlere göre tayin edilir. Bu da yerlileri büyük ölçüde doğayla iç içe kılan hususların başında gelir. Bununla beraber, Kızılderililer doğaya ve onun unsurlarına büyük bir sevgi beslerler. Büyükanne’nin Küçük Ağaç’a söylediği şu sözlerinde de bunu anlamak mümkündür: “Büyükanne dedi ki çok az insan ağaçlara, kuşlara, sulara -yağmura ve rüzgâra- tam sevgi duymak için seçilirmiş.” (s. 177).
Yerlilerin bütün bir tabiatla organik ve çok güçlü bir bağı vardır. İnsanın bütün anlayışı bu saf güzellikten beslenir. Toprak Ana yani Monolah, bütün yaşamın kaynağıdır. O annedir. Üzerinde yaşayan her şeye şefkat doludur. O, kendisindeki her şeyi büyük bir şefkatle kucaklar:
“Mon-o-lah’ın (Toprak Ana’nın) rahminde farklı tohum türleri, farklı beden ısılarında yetişir. Mon-o-lah ısıtmaya ilk başladığı zaman yalnızca en küçük çiçekler doğar ve ağaçlarda yaşam veren öz dolaşmaya başlar. Ağaçları gebe kadın gibi şişirir, ta ki tomurcuklarını patlatana kadar.” (s. 127).
Monolah, canlıdır. Büyük bir yaşam iradesine sahiptir:
“Doğa hakkında her şeyi bildiğini ve doğanın ayrı bir ruha sahip olmadığını söyleyenler, bir dağın bahar fırtınasında hiç bulunmamışlardır. Mon-o-lah baharı doğururken, doğum yapan bir kadının yatak çarşaflarını parçalaması gibi dağları parçalayarak işe başlar.” (s. 128).
Yerliler Toprak Ana’ya ve diğer doğa olaylarına büyük bir hoşgörüyle yaklaşırlar. Küçük Ağaç’ın büyük ebeveynlerinde bulduğu bilgelik de böyle bir zemin üzerinde gelişmiştir. Tabiat bütün özellikleriyle ve derinliğiyle tanınır. Buna, doğanın onlara sunduğu bilgeliği duymak da denebilir. Rüzgârın esişi, kuşların ötüşü, yaprakların sararışı hem daha derin anlamlarla insana gelir. Tabiat olaylarını yorumlayan bir insan hem etrafında gelişen şeylere kayıtsız kalmaz hem de bilgeliğe giden yolda onlardan hikmetler devşirmeye başlar.
Dağlar
Küçük Ağaç’ın Eğitimi’nde dikkat çeken bir diğer husus dağlara verilen önemdir. Bu, aslında bilgeliğin de dağları çok önemsediği anlamına gelir. Çerokilerden bahsedilen şu satırlarda da bunu anlamak mümkündür: “Büyükbaba’nın babasının halkı dağlarda yetişmişti. Toprak ya da çıkar özlemi çekmiyorlardı ama dağların özgürlüğünü seviyorlardı. Çeroki’nin sevdiği gibi.” (s. 58).
Bu son iki cümlede anlatılan dağların özgürlüğü Kızılderililerin dağlara bakışını çok iyi ifade eder. Dağlar neden özgürdür ve yerliler bunu neden söz konusu etmektedir? Amerikan yerlilerine maruz görülen birçok uygulama ve onların yerlerinden yurtlarından sürgüne mecbur edilmesi hadisesi Çerokiler’i tıpkı diğerleri gibi dağlara çekilmeye ve burada kendi hâllerinde yaşamaya sevk etmişti. Bu durum bir bakıma Küçük Ağaç’ın Eğitimi romanı boyunca da anlatılır. Büyükbaba, Büyükanne ve Küçük Ağaç dağdaki kulübelerinde yaşarlar. Onların yine buralarda gizledikleri küçük bir viski üretme yerleri vardır. Geçimleri daha çok bu sayededir. Ayrıca kestane, ceviz, atkestanesi, çilek, böğürtlen gibi doğal ortamlarında yetişen ürünler de onların gıdalarını teşkil etmektedir.
Romanda, Büyükbaba’nın gizli bir yeri vardır. Dağın üzerinde gündoğumunu seyrettiği yerdir burası. Büyükbaba sabahın çok erken vakitlerinde buraya gelip gündoğumunu seyretmekten çok hoşlanmaktadır. Büyükanne, vefatı üzerine Büyükbaba’yı gizli yerine götürür:
“Büyükannenin, Büyükbaba’yı nereye götüreceğini biliyordum: Gizli yerine. Gündoğumunu seyrettiği ve bundan asla usanmadığı, sanki ilk kez seyrediyormuşçasına, ‘Canlanıyor!’ demekten hiç vazgeçmediği dağ tepesine. Belki de ilk kezdi. Belki her doğum farklıdır. Büyükbaba farklı olduğunu görebiliyor ve biliyordu.” (s. 261).
Bir Çeroki’ye zarar verecek olan şey onun yaşadığı çevreden uzaklaşması, dağlarına uzak kalmasıdır. Çerokilerin sürgünüyle ilgili hadiselerin anlatıldığı kısımda geçen şu ifadeler de oldukça çarpıcıdır: “Çeroki, dağlarından uzaklaştıkça ölmeye başladı. Ruhu ölmedi, zayıflamadı da. Ruhu çok genç, bedeni çok yaşlı ve hastaydı.” (s. 57).
Küçük Ağaç’ın iç dünyasında dağlar belirgin bir iz bırakmıştır. Bu durum, Büyükbaba için de böyledir. Birlikte dağların eteklerine çöken sis kümelerini, yine buradan güneşin doğuşunu ve batışını seyrederler. Dağlarda yankılanan bir ses onlar için çok derin anlamlar taşımaktadır:
“Bir sabah güvercini uzun uzun ve boğuk öttü. Dağlar bu ötüşü alıp defalarca yankıladı, uzaklara taşıdı; öyle ki bu sesin ne kadar dağ ve çukurdan geçeceğini merak ederdiniz. Sonunda uzaklarda kayboldu gitti, bir sesten çok bir anıya benziyordu.” (s. 35).
Tabiat
Kızılderili bilgeliğinin temelinde doğanın insan düşüncesine zengin bir zemin olması yatar. Bir Kızılderili doğanın karşısında hem çok dikkatli hem de ona büyük bir sevgi ve hoşgörüyle doludur. Onlar, doğanın kendisine vereceği bilgeliği hemen her gün talep etmekte ve ondan bunu istemektedir. Sadece doğaya değil onda yaşayan her şeye büyük ve güçlü bir sevgi duyulmaktadır. Hiçbir şey talan edilmez. Kızılderili, tabiatın nimetleri karşısında asla aç gözlü değildir. Yaşamak için aldıklarında bile onun işleyişine zarar vermemeye çalışır. Büyükbaba, Küçük Ağaç’a şöyle der:
“Yalnızca gereksinim duyduklarını al. Geyik alıyorsan, en iyisini alma. En küçük ve en yavaş olanını seç, o zaman geyik daha güçlü olur ve her zaman sana et verir. Pa-koh (panter) bunu bilir. Sen de bilmelisin.” (s. 17).
Kızılderililer, doğayla çok yakın münasebetler kurabilmişlerdi. Onlar en basit görünen şeylerden kendilerine göre sonuçlar çıkarabiliyorlardı. Küçük Ağaç şöyle der:
“Çalışırken kuşları dinlerdik. Kuşlar uçup gider, cırcır böcekleri şarkı söylemeyi keserse çevrene bakınman gerekirdi.” (s. 90).
Gelen her kuşun bir sebebi vardır ve herkes bunu bilir:
“Dağlardaki kulübemizin yakınlarına gelen her kuş bir şeyin işaretiydi. Dağlılar inanırdı buna. Ben de inanıyordum. Büyükbaba da…” (s. 132).
Kızılderililer, sebepsiz yere bir canlıya zarar vermezler. Bunun için gerekli bir sebep olmalıdır:
“Bir yerli, balıkçılık ya da avcılığı asla spor olsun diye yapmaz, yalnızca yiyecek için yapardı. Büyükbaba dedi ki spor için bir şeyi öldürmeye gitmek dünyadaki en aptalca, kahrolası şeymiş.” (s. 134).
Mevsimler, tabiatı yorumlamak için çok iyi birer imkândır. Her mevsim bir yerliye bir dolu bilgelikle gelir:
“Güz doğanın merhamet zamanıdır. Sana ölmekte olanlar için işleri düzene sokma şansı verir. Ve böylece, işleri düzene soktuğunuz zaman yapmanız gereken ama yapmamış olduğunuz her şeyi tasnif edersiniz. Hatırlama zamanıdır bu… Pişmanlık duyma ve yapmamış olduğunuz bazı şeyleri yapma zamanıdır. Söylememiş olduğunuz şeyleri söylemiş olma zamanı…” (s. 209).
Baharda başlayan doğum, sonbaharda yüzünü belli eden ölüm ve kışın doğanın derin bir sessizliğe bürünmesi basit bir hadise değildir. Büyükanne bunu Küçük Ağaç’a şu sözlerle anlatır:
“Her şeyin doğduğu (Ve her zaman bir şeyin, hatta bir fikrin bile doğduğu) baharda yaygara kopar. Bir bebeğin kan ve acıyla doğması gibi bahar fırtınaları vardır.” (s. 78). Küçük Ağaç’a göre “Büyükanne, bunun, ruhların yeniden maddi biçimlere büründüğü için kopardığı yaygara olduğunu söyle”miştir (s. 78).
“Sonra yaz vardı… Bir de yaşlanma, zamanın gerisinde kalma, ruhen üşüme… gibi tuhaf ve benzersiz duyguları hissetmemizi sağlayan ‘güz’ vardı. Bazı insanlar buna eskiye özlem ve hüzün derdi. Kış… Ölen ya da ölü gibi görünen her şeyle birlikte kış… Kıştan sonra baharın doğuşu gibi yeniden hayat bulan bedenimiz… Büyükanne, Çerokilerin bunu bildiğini ve yıllar önce öğrendiklerini söyledi. Büyükanne, gizli yerimdeki o yaşlı, tatlı sakız ağacının da bir ruhu olduğunu öğreneceğimi söyledi. İnsanlarınki gibi bir ruh değil, ağaç ruhu olduğunu… Babasının ona bu konuda her şeyi öğrettiğini söyledi.” (s. 79).
Büyükanne, Küçük Ağaç’a ruhtan söz ederken bencil olmamalarının ağaçlara çok fazla ruh verdiğini söyler. Meşeler, sumaklar, hurmalar, ceviz ve kestaneler başka yaşam formlarına saygılı idi. Bu yüzden de onların ruhu da çok güçlüydü (s. 79).
O hâlde ruhu güçlü kılan yaşamın ortak bir süreç olduğunu hissedip hayatında diğer şeylerle duyguyu paylaşmaktır. İnsanı mânevî olarak dinç kılan ve diğer şeylerle güçlü bir bağ kurabilmesini sağlayan da budur.
Kaynak: Forrest Carter, Küçük Ağaç’ın Eğitimi, İngilizceden Çeviren: Şen Süer Eker, Say Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 2021,