Öğretmen Olmak
Bana “Bu dünyada en dokunaklı, insana en keyif veren, en güzel, en mübarek meslek nedir?” diye sorsanız hiç düşünmeden “Öğretmenlik.” derim. Öğretmen olduğum için mi? Hayır. Hayatıma en kuvvetli dokunuşları her dâim öğretmenlerim, hocalarım yaptığı için…
Bir insanın hayatına öğretmen öyle böyle girmez. Âdeta bir mimardır o. İnsanı içeriden yapar. Yeri gelir onun bir sözü, bir bakışı, bir gülüşü çocuğun üzerinde beklenmedik tesirler meydana getirir.
Öğrenci bunu hemen anlayamaz. Zaman geçtikçe kendi içinde öğretmenin nasıl etkiler uyandırdığını fark eder. Çünkü bu öğretmen öğrenciye faydalı olabilmek ümidiyle geceler boyu okumuş, sıralarda dirsek çürütmüş, hayâl kurmuştur. Hatta kendi kendine nasıl bir öğretmen olacağına karar vermiştir. Çözdüğü test kitaplarının arkasına, önüne, günlüğüne prensiplerini kaydetmiştir. O, daha lisedeyken nasıl bir öğretmen olacağını biliyordur. Öğretmen olmanın bir aşk işi olduğunu, öğretme’nin sadece sınıfta değil; yolda, arabada, sokakta, telefonda, sosyal medyada her dâim sürdüğünü bilir. Sınıfında öğrencisine sözleriyle rehberlik eden öğretmen, dışarıda hayatıyla bu rehberliğini sürdürür.
Öğretmen olmak bir sevda işi, bir gönül meselesidir. Gerçekten öğretmenseniz dersine girdiğiniz girmediğiniz öğrencinin şimdi ve gelecekteki derdini düşünmekten ek dersleri keklemeye ve ayın on beşini düşünmeye vakit ve fırsat kalmaz.
Gerçek bir öğretmenin hayallerine kitapları, ümitleri, mücadelesi, sevdası, aşkı, gayreti yoldaş olur. Bir öğrencide gördüğü güzellikle, başarıyla onun gözleri yaşarır. Kimseler görmesin diye gider tenhada ağlar.
Biliyor musunuz? Böyle bir öğretmen gece yarıları öğrencilerinin derdiyle kaç kere uyanır, kim bilir. Hem onun yüreğindeki umudu bir görebilselerdi sadece sıfatı öğretmen olan nicelerinin sindiğini ve utandığını görürdünüz.
Öğretmen olmak bu yüzden bir mânâ işidir. Oturup onun içine ne koyabildiğinizdir mühim olan. Ben öğretmen olmaktan bunu anlıyorum, vesselam.