Osmanlı Devleti Mondros’u Neden İmzaladı?
Osmanlı Devleti Mondros’u Neden İmzaladı?
Osmanlı İmparatorluğu’nu fiilen bitiren antlaşma; MONDROS!
Türk tarihi açısından dönüm noktalarından biri de Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı sonrası imzalamış olduğu Mondros Mütarekesidir. Bu anlaşma bir yandan 6 asırlık Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getirirken bir yandan da yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasına sebep olmuştur. Aslında çok ağır maddeler içermişti Mondros Mütarekesi. 9 yıllık öğretmenlik hayatım boyunca da hep bu konuyu anlatırken öğrencilerim şu soruyu sordu: Hocam Osmanlı Mondros’u neden imzaladı?
Gelin önce Mondros Mütarekesi imzalanmadan öncesini kısa bir hatırlayalım.
Yıl 1914 Osmanlı kendini I. Dünya Savaşının ortasında bulmuştu. Aslında savaş öncesi tarafsızlığını ilan etmişti. Boğazları tek taraflı kapatmıştı. Mustafa Kemal 1914 öncesi bir dünya savaşı çıkacağını önceden sezmiş ve Osmanlı’nın bu savaşa girmemesinin daha iyi olacağını söylemişti. Fakat Osmanlı İmparatorluğu hem eski gücüne tekrar ulaşmak hem de kaybettiği toprakları geri almak, ayrıca siyasi yalnızlıktan kurtulmak için savaşa katılma kararı aldı. Önceleri İngiltere’nin kapısını çalan Osmanlı tarihte İtilaf Devletleri olarak anılan İngiltere, Fransa, Rusya devletlerden ret cevap aldı. Bu sefer de İttifak devletleri diye tabir ettiğimiz Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya taraflarına katılma kararı aldı ki bu kararın alınmasındaki en büyük pay İttihat ve Terakki Fırkasınındı. Tabi İtilaf Devletlerinin kendi aralarında Osmanlı topraklarını paylaşması da Osmanlı’yı Almanya ile yakınlaştırdı. Siyasi yalnızlıkta var tabi. Tüm bunlardan kurtulmak için savaşa girme kararı aldı Osmanlı İmparatorluğu. Savaş bahanesi de çok komik bizimkilerin. 2 Alman gemisi Goben ve Breslav Akdeniz açıklarında İngiliz sömürgesi olan Mısır’a saldırdı. Sonra İngiliz gemilerinden kaçan bu Alman gemileri Boğazlardan geçerek Osmanlı’ya sığındı. İngiltere Osmanlı’dan bu iki geminin kendisine iade edilmesini istedi fakat Osmanlı İmparatorluğu bu gemileri satın aldığını ifade ederek iade etmeyeceğini söyledi. Sonra bu iki geminin adı Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi. Mürettebatına Osmanlı askeri kıyafetler giydirildikten sonra Karadeniz’e açıldı. Yavuz ve Midilli Rus toprakları olarak kabul edilen Sivastopol ve Odessa gibi liman şehirlerini bombalayınca Rusya Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti doğal olarak. Osmanlı bu olaylar silsilesinde kendini savaşın ortasında buldu.
9 cephede savaştı Osmanlı İmparatorluğu. Kafkas, Kanal, Suriye-Filistin, Hicaz-Yemen, Irak-Basra, Galiçya, Romanya, Makedonya ve tek başarılı olduğumuz cephe ÇANAKKALE. Hani bir söz var ya “Almanya yenik sayıldığı için biz de yenik sayıldık” diye. O söz yalan biliyor musunuz? Tamamen kendimizi iyi hissetmemiz için uydurulmuş bir söz. Bir tarihçi olarak söyleyebilirim ki bal gibi yenildik. Tabi farklı görüşler veya bakış açıları olabilir. Onlara da saygı duyuyorum. Bu benim düşüncem. Tek başarımız Çanakkale Cephesi. Onda da şansımız vardı ki Mustafa Kemal Paşa oradaydı. Yoksa İtilaf Devletleri Çanakkale’den geçip İstanbul’u işgal edecekti. Bir dakika, e zaten işgal etmediler mi? 16 Mart 1920’de Payitaht İtilaf Devletleri tarafından resmen işgal edildi. Peki nasıl oldu bu? Tabi ki de MONDROS MÜTERAKESİ gereği.
ABD I. Dünya Savaşının ilk başlarında tarafsızlığını ilan etmişti. Gel gelemim Alman gemileri ABD ticaret gemilerine saldırınca işin seyri değişti. ABD Almanya’ya, yani İttifak Devletlerine savaş açtı. Dönemin ABD başkanı Wilson, kendi adıyla anılacak olan Wilson Prensiplerini yayınladı. Wilson Prensipleri’de öyle iç açıcı maddeleri yoktu aslında. Bazı maddeleri vardı ki Osmanlı’da yaşayan azınlıklara isyan davetiyesi çıkartmıştı. Neymiş; “herkes çoğunlukta olduğu yerde kendi devletini kuracakmış”. Sonra isyanlar aldı başını gitti tabi. Wilson’un bir maddesi de “ yenenler yenilenlerden toprak ve savaş tazminatı almayacak” maddesidir. Osmanlı bu maddeyi kabul etti. Çünkü yenilmişti. Ama Wilson Prensiplerine göre ne savaş tazminatı ödeyecekti ne de toprak kaybedecekti. Sadece yenildiği ile kalacaktı koca çınar. Öyle mi oldu dersiz? Oldu demeyi çok isterdik ama maalesef olmadı.
Savaştan sonra yenenler ile yenilenler arasındaki barış anlaşmalarını imzalamak için Paris Barış Konferansı toplandı. Bulgaristan, Avusturya, Macaristan ve Almanya ile barış anlaşmaları imzalandı fakat sıra Osmanlı’ya geldiğinde barış anlaşmasını imzalamak istemediler. Çünkü Osmanlı topraklarını kendi aralarında nasıl pay edecekleri konusunda İtilaf Devletleri çıkmaza girmişlerdi. Çünkü Osmanlı’nın Çanakkale Cephesinde kazandığı başarı sonucunda Çarlık Rusya’da Bolşevik İhtilali olmuş, Çarlık Rusya yıkılmış yerine Sovyet Rusya kurulmuştu. Sovyet Rusya ise savaş yanlısı olmadığı için savaştan çekilmişti. Fakat çekilirken de tüm gizli anlaşmaları açığa çıkararak çekilmişti. Bu yüzden Rusya’nın alacağı topraklar belirsizlik içinde kalınca Osmanlı ile barış anlaşması imzalamak yerine önce ateşkes anlaşması imzaladılar. Mondros Mütarekesi (Ateşkes Antlaşması).
30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda hazır bekleyen Agamemnon zırhlısı tarihi bir olaya ev sahipliği yaptı. İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, İtilaf Devletleri adına ise Amiral Calthorpe ateşkesi imzaladılar. Aslında maddeleri Osmanlı için çok kötüydü. Özellikle 7 ve 24. maddeler resmen Osmanlı topraklarını işgal için davetiye çıkarıyordu. Ateşkesin bazı maddeleri;
- İstanbul ve Çanakkale Boğazları açılacak ve buralar İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecek,
- İtilaf Devletleri güvenliklerinin tehlikeye düştüğü herhangi bir stratejik noktayı işgal edebilecek (7. madde)
- Vilayet-i Sitte’de (doğuda altı il) herhangi bir karışıklık çıkarsa İtilaf Devletleri buraları işgal edilecek,
- Tüm ulaşım ve haberleşme araçlarına, Toros tünellerine ve demiryollarına İtilaf Devletleri el koyacak,
- Osmanlı ordusu terhis edilecek ve silahlar İtilaf Devletlerine teslim edilecek,
- Osmanlı Devleti elindeki esirleri serbest bırakacak fakat İtilaf Devletleri esirleri serbest bırakmayacak,
- İtilaf Devletleri kömür ve akaryakıt gibi ihtiyaçlarını Osmanlı’dan karşılayacak ve herhangi bir nakdi bedel ödemeyecek.
Anlaşmanın genel hatları böyleydi. Yukarıda da belirttiğim gibi en tehlikeli maddeler 7 ve 24. maddelerdi. İşgale zemin hazırlıyorlardı bu maddeler. Mesela 24.madde tamamen Doğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni devleti kurmak içindi. Osmanlı yöneticileri azınlıklara ( özellikle Rum ve Ermenilere) o kadar çok güveniyordu ki onların isyan edip karışıklık çıkartmayacaklarını, böylece İtilafların Osmanlı topraklarını işgal etmeyeceğini düşünüyordu. Rauf Bey 2 Kasım 1918 tarihli Tasvir-i Efkâr ve Yenigün (2) gibi gazetelerden anlaşılacağı üzere basına Mondros’u bir zafer olarak sunmuştur. Verdiği demeçte:
- “Hoşnut ve gururluyum. Ülkenin ve saltanatın geleceği bu bırakışma ile bütünüyle güvence altına alınmıştır. Bu metin iki eşit taraf arasında imzalanmıştır. Britanya, Türk ulusunun yok olmasını istemiyor. “
- “İmzaladığımız mütareke sonucunda devletimizin bağımsızlığı saltanatın hakları tamamen kurtarılmıştır. Bu mütareke yenen ile yenilen arasında imzalanmış olan bir mütareke değil, belki savaş durumundan çıkmak isteyen iki denk kuvvet arasında imzalanabilecek çatışmalara son veren bir belge niteliğindedir.”
demiştir. Osmanlı yönetimi bu ateşkesin bir zafer olduğunu dile getirse de Mustafa Kemal Paşa bu ateşkesin başımıza neler getireceğini biliyordu. Nitekim de haklı olduğu tarihin ileriki zamanlarında ortaya konmuştu. Peki bu kadar ağır bir anlaşmayı neden imzalamıştı ki Osmanlı İmparatorluğu? Biraz önce yukarıda da yazdığım gibi ilk sebebi azınlıkların isyan edeceğini düşünmemişti. Diğer sebeplerden biri de I. Dünya Savaşı’ndan Bulgaristan’ın çekilmesidir. Bulgaristan savaştan çekilince Almanya ile kara bağlantımız kalmamış Osmanlı’nın yardım alacak tutar dalı yok olmuştu. Ama asıl güvencesi Wilson Prensipleri idi. Çünkü Wilson Prensiplerine göre “yenenler yenilenlerden toprak ve savaş tazminatı almayacaktı”. İşte Osmanlı İmparatorluğunun en büyük güvencesi buydu. Mondros’u imzalasa ne olacaktı ki? Savaş tazminatı yok, toprak kaybı yok. Ama Emperyalist güçlere güvenilir mi sizce? Güvenilir olsa idi Kurtuluş Savaşını vermezdik değil mi?
Yazımın başında da belirttiği gibi Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona erdi ama Türkiye Cumhuriyeti’nin gidiş yolunda önemli bir köprü oldu. Her şerde bir hayır vardır derler. Belki de bu anlaşmanın hayrı buydu. Bu arada şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Mustafa Kemal cumhuriyetin ilanını bilerek 29 Ekim’e denk getirmiştir. Çünkü 30 Ekim 1923 Mondros’un 5. yıldönümü olacaktı. 1 gün bile beklemeye tahammülü yoktu Gazi Ata’nın. Bu yüzden 29 Ekim’de ilan edildi cumhuriyet. Türk halkının zihninden o kötü günü silmek içindi bence.