Ses ve Sessizlik
Ey dağ seni duyuyorum. Ey gökyüzü seni hissediyorum. Yeryüzü nefes alıp veriyor. Bir şeyler geliyor, bir şeyler gidiyor. Kelimelere muhtaç olmayan o iradeyi, yaşamın o saf enerjisini bugün burada yapayalnızken hissediyorum. Kendinden kendine devreden bu hayatiyeti dinliyorum.
Ey rüzgâr. Şimdi seni dinliyorum. Ey güneş seni hissediyorum. Yapraklar ne diyor, bunu duymaya çalışıyor yüreğim. Bir mûsikî dinliyor gibiyim. Sâkinim. Bütün belirsizliğine rağmen köşemde yaşamın kımıldanışları bir şeyler söylüyor bana. Gideceğim, diyorum. Ses veriyor yapraklar. Bu, onların hüznünü dile getirişi mi? Geleceğim diyorum. Güneş bulutları aralıyor. Bir merhaba diyor. Gökyüzünün maviliği beliriyor. Rüzgâr geliyor. Yaprakları daha bir neşeli hışırdatıyor. İçimle bu seslere ve sessizliğe dâhil oluyorum. Bir bütün olup dinleniyoruz bu muhteşem tabiatla. Sesler gelip geçiyor. Sessizlik kalıyor. Bu sefer de onu duyuyorum.
Sessizlik zihnimde bir nehir gibi akıyor. Dopdolu, yatağına sığmayan bir nehir bu sessizlik. Zihnim onu âdeta emiyor. Uğultular çekiliyor benden. Bir sükûnet sarıyor içerimi. Sonra dört bir yanımı kuşatıyor. Ses ve sessizlik diyorum, yaşamın gelgitleri…
Gelenler gitmek için geldiler. Deniz orada. Ama dalgalar kımıl kımıl… Bazen coşkun, bazen sâkin… Ses ve sessizlik de öyle… Ses duyulsa bile sessizlik hâkimdir. Tıpkı varlığın gözle görülür ve belirgin olmasına rağmen yokluğun onu kuşatması gibi… Ses de yokluğa yani sessizliğe boyun eğiyor. Sesler belirip sonra kayboluyor etrafımda. Bir mesaj taşıyor onlar. Hayata, sana, bana, onları gönlüyle dinleyen herkese…