Sırlanmak
Önceden sırlanmak diye bir kelimemiz vardı. Unutulan güzelliklerden. Bir adam öldüğünde toprağa “gömülmezdi.” O, toprağa “sırlanırdı.” Kimse kimseyi gömmesin bu dünyada. Önceden kapılar da örtülmezdi. Kapılar “sırlanırdı.” Allah bir kapıyı kimsenin yüzüne örtmesin. Aynı şekilde pencereler de örtülmez, sırlanır; yanan bir mum veya kandil asla söndürülmez, onlar da sırlanır veya dinlendirildi.
Bu muhteşem kelime, bir zamanlar var olan şeylerin artık gözlerden ırak olsa bile hâlâ mevcut olduklarına işaret eden bir anlam derinliğine sahiptir. Bu, bir an bile olsa dünyada görülen şeylerin varlığına duyulan hürmeti ve muhabbeti ifade eder. Bu yüzden postu günümüze gelmemiş tasavvuf mektepleri için de sırlanmak tabiri kullanılır. Yok oldu denmez.
Kelime günümüzde belki “sır olmak” şeklinde kısmen yaşıyor fakat o da pek kullanılmıyor artık. Demek ki, önceden aranan ve kıymet verilen şeyler daha çokmuş ki, onların gözden kaybolması böyle bir deyimin yerleşmesine sebep olmuş. Üstelik burada bir incelik daha var: Bir şeyi bizim görmememiz onun olmadığı anlamına gelmez demek oluyor bu kelime.
Bunlar kaybettiğimiz dil hassasiyetinden birkaç örnek. Sermayeden harcayarak bol bol sarf ettiğimiz kelimelere, günlük dildeki konuşmalara önceden çok dikkat edilirdi. Çünkü ağzımızdan çıkan her kelimenin alnımıza bir kader gibi yazıldığına inanılırdı. Şimdi sözüm ona her şeyi bilen insanlara neyi nasıl anlatacaksınız! Bizim de bir şey bildiğimiz yok lakin bir insan sevinçleri ve duyduğu güzellikleri en azından başkalarıyla paylaşabilmeli. Bu kelime de onlardan biriydi.
Burada beni en çok etkileyen bir insanın “sırlanması”dır. Varlığı bu kadar meydanda olan insanın öldüğünde hiç yaşamamış gibi çekip gitmesinin bizde uyandırdığı acıyı biraz olsun gideren, onun hatıralarına hürmet duymamızı bize telkin eden onun sırlanmış olmasıdır. Bu yüzden bir zamanlar yaşamış fakat bu âlemden çekip gitmiş her insan birer “sır”dır ve onlar hâlâ bir şekilde vardır. Ne var ki sırrı anlamak kolay bir iş değildir.