Sosyal Medya Aforizmaları
Sosyal medya garip bir biçimde bizi birçok yönümüzle ele vermeye devam ediyor. Paylaşılan sadece bir fotoğraf, bir yazı değil. Kişinin sakladığını, paylaştığı şeyin arkasına gizlediğini sandığı kendisi. Her ne koyuyorsak o kıyafetle görünüyoruz orada.
Hepimiz o arenada beğenilmek, ilgi görmek istiyoruz. Yani hâl diliyle şöyle diyoruz: “Birçok zaaflarım var. Fakat en büyüğü beğenilme ihtiyacım. Beni görün. Ben de varım…” Bu durum alabildiğine böyle gider. Dolayısıyla giderek ve her geçen gün gerçekteki ile sosyal medyaki kişiliğimiz arasında ilginç bir tezat oluşmaya başlıyor. Görünen kişiliğimiz, görünmeyeni gizliyor.
Bana göre paylaştığımız şeyler içinde olduğumuz hâllere dâir ilginç ipuçları barındırıyor. Bir insan neden gezip gördüğü yerleri ille de bu mecralarda paylaşmayı ve başkalarına göstermeyi ister? Meselenin, insanın merkeze konarak çözümlenmesi, buna çalışılması ve bunun üzerinde zihin yorulması ilginç sonuçlar verebilirdi.
Bir kere gezdiğimiz yerler esasında kimseyi ilgilendirmiyor. Yaşanan bir tecrübe varsa o bizimdir ve bir diğerini pek de ilgilendirmez. Dahası onu bize kimse sormuş da değil. Fakat sosyal medya söz konusu olunca işin hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Basbayağı yaşadıklarımız bir başkasını ilgilendiriyor yani. İçimizdeki boşluk bunu bize öyle gösteriyor. Fakat giderek hakikaten bir tecrübe yaşamak, gerçekten keyif almak, yorulan gönlümüze şöyle bir tabiat neşesi sunmak için değil de sosyal medya platformlarında paylaşmak için yaşamaya başlıyoruz. Bu da bizi kendi gerçeğimizden her gün daha da uzaklaştırıyor.
Gittiği bir yerin fotoğrafını sosyal medya platformlarında paylaşan bir kişi bana göre şöyle söylemek istiyor:
“Bir yerleri gezip gördüm. Param ve imkânım var. Gördüğün gibi mutlu olmaya çalışıyoruz. Fakat mutlu değilim. Ben bunu biliyorum. Hissediyorum. Bir yerlere gittiğim, o kadar para harcadığım hâlde içimdeki boşluğu gideremedim. Burada yaptığım paylaşımlarla aslında içimde doğan şu vicdan azabını gidermek istiyorum. Benim ne yaptığımı gör ve bana imren de ben de şu boşluğun bana verdiği azabı biraz olsun bastırabileyim.”
Bunlar elbette söze dökülmüyor. Bu bir yorum olarak düşünülebilir. Fakat yediği yemeği bu mecralarda paylaşan kişilerin fotoğraftaki durumu aslında mutluluğuna işaret etmez değil mi! Bu durum onun parasının olduğuna değil başka bir şeye hamledilir. Neden gezip görülen yerler için de durum böyle olmasın! İşin bizi ilgilendiren tarafı midemizi doldurduğumuz hâlde doymadığımız, para harcadığımız hâlde bir tatmin bulamadığımız, gezip gördüğümüz hâlde içimizdeki anlamsızlığı gideremediğimiz bir vaziyette yaşıyor olmamız.
Ne var ki akla hep aynı soru geliyor: Yediğimiz bir yemek, gezip gördüğümüz yerler bir başkasını neden ve nasıl ilgilendirsin? Elbette insan bilinmek, sevilmek, görülmek, ilgilenilmek ister. Bunu da sanat, edebiyat, zanaat, bilim yoluyla icra eder ki bu, toplum içinde tatlı bir rekabetin, kültürel ve bilimsel gelişmelerin de ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bundan daha güzel ne olabilir! Fakat iş sosyal medya deyince hiç de öyle olmuyor. Doymayan mideler ve zihinler, duyulan vicdan azabı ve o dâimî boşluk hâli o mecrada huzur arayan kimseleri, acımasız bir şekilde mutluluğu başkalarının ezikliğinde aramaya sevk etmede. Cümbüş böyle ve insanlık bu tecrübeden geçmede.
Kendinden hep uzaklara, başka yerlere, kendini bir türlü anlamlandıramadığı eylemlere sığınan insan sosyal medyada da içindeki boşluğu dolduracak bir huzur hâli arıyor. Elbette o huzuru orada da bulamayacak. Başkalarını imrendirmek veya kıskandırmak, içindeki uçurumu büyütmekten başka bir şeye yaramayacak. Bir gün kendine dönmenin ve kendini anlamanın en huzurlu ve vicdanı besleyen en güzel hâl olduğunu keşfedecek insanoğlu.