Yaşadıkça
Yaşadıkça ve içinde derinleştikçe göründüğünden daha farklı bir şey olduğunu anlamaya başlarsın. Sen yığınla düşünce, sonsuz bir duygu âlemi, bitimsiz bir ufuk, sayısız hayâl kırıklığı, hesapsız tereddütler ve birçok endişeden ibaretsin. Görünen sadece bir gün hiç olacak olan şu bedenindir. Görünmeyen ise evreni ihata edebilen ruhun… Bunun ne demek olduğunu tam anlamıyla bilmiyoruz belki ama senin bunu hissedebildiğin, içerindeki şu tarifsiz kıpırtılardan anlaşılıyor. Akşam olunca maziye doğru duygularının genişlemesi bu yüzden… Gün içerisinde bu sebeple kendine daima bir ifade yolu ve duygularını bir zemine kavuşturacak bir yüz, bir his, bir düşünce arıyorsun. Sen bu yüzden bir tecrübeden ibaretsin aslında. Yaşamı tecrübe eden bir his yumağısın sen. Aldığın lezzetler, yaşadığın kederler sana ait değil nihayette. Söyler misin? Onca şey yaşadın, üzüldün, sevindin, incindin, incittin… Nerede bunlar şimdi? Nereye gitti sevinçlerin? Kimler alıp götürdü kederlerini? Söyleyeyim istersen… Sahibindeler. Nerede olduklarını bildiğimden böyle demiyorum. Gidecek başka bir yerleri olmadığını düşündüğüm için böyle söylüyorum. Bu sebeple hayatın her demini, kıymetini görüp ve hissederek iyi bir tecrübe geçirmek en güzeli… Kalıcı ve bizimle beraber gelecek olan bunlar. Bu sebeple biraz durmalı, düşünmeli, hatta kendini dinlemeli… “Ben ne istiyorum, derdim ne benim, niçin böyle huzursuzum, neyi arakadayım?” diye sormalı insan kendine. Çünkü içimizde bizi kuşatan o duygu ve düşünce hâli durmaksızın bizden bir şey talep ediyor. Onlar bir sükûnete, sorularımız bir cevaba, içimiz bir huzura kavuşmayınca bu sefer hayatımız savruluyor, düşüncelerimiz durulmuyor, duygularımız bir zemine kavuşamıyor. İnsan karmaşık hislerin elinde hayatını heder etme meselesiyle karşı karşıya geliyor sonra. Bu sebeple içimizdeki yığınla duyguyu, hesapsız düşünceleri anlamaya başlamalı insan. Çünkü onlara bir gün elbette döneceğiz. Bastırdığımız nice duygunun ve görmezden geldiğiniz düşüncelerin izleri bizde devam ediyor ve onlar çoğu kere hayatımıza yansıyarak varlığını hissettirmeye başlıyorlar bize. Bizim bir düşünceden ve duygudan ibaret olduğumuzu anlamak için bir filozof olmaya gerek yok sanırım. Bunun için kendimize dönmemiz gerekiyor sadece. Kendimize, özümüze, hakikî yüzümüze, duygularımıza… Bunun kolay olmadığının farkındayım. Fakat başka bir çaremiz yok ki elimizde. Bütün anlamsızlıklar kendimizden uzaklaştığımı için başımıza gelmiyor mu? Bütün bir cehaletimiz kendimizi bilmeyişimizden değil mi? Biz kimiz, neyiz, ne istemedeyiz?
Biz göründüğümüzden daha başka, derin, içli, hatta sonsuz varlıklarız. O derinlik maziyi ve geleceği, uzağı ve yakını, içi ve dışı kuşatan varlığımızı açıklıyor elbette. Sadece bizim bunun içini ne kadar ve nasıl doldurabildiğimiz kalıyor geriye. Her şey sana, bana ve nihayet O’na dâir… Gerisi ve sâir…