Yasin Şen Yazdı: Bilmecelerin Tarifi
Yasin Şen Yazdı: Bilmecelerin Tarifi
Bilmecelere dair çeşitli tarifler getirilmiştir. Bunlardan birisi Pertev Naili Boratav’a aittir: “Bilmecelerde sorular hem biçim hem de deyişleriyle özenilerek meydana gelmiş, özleştirilmiş söz yaratmalarıdır; şiire özgü çağrışımlı anlatımlar onların oldukları gibi bozulmadan saklanmasını gerektirir; herhangi bir sanat yaşatması için duyulan bir türlü saygı onları rastgele yozlaştırılmaktan korur. İşte bilmece bu nitelikleriyle bir halk edebiyatı türü değeri taşır.”
Şu tarif ise Orhan Acıpayamlı’ya aittir: “Bireylerin bir eğitim, öğretim, eğlence ve ussal gelişim aracı olarak, geleneksel yöntemler uyarınca, birbirlerine sorarark yanıt istedikleri nesne, canlı ya da doğaüstü varlıklarla ilgili.”
Bu tariflerden birisi de Şükrü Elçin’e aittir. Şükrü Elçin, bilmeceleri şöyle tarif eder:“Bilmeceler, tabiat unsurları ile bu unsurlara bağlı hâdiseleri; insan, hayvan ve bitki gibi canlıları; eşyayı; zekâ güzellik nevinden mücerret kavramlarla dini konu ve motifleri vb. kapalı bir şekilde, yakın-uzak münâsebetler ve çağırışımlarla düşünce, muhâkeme ve dikkatimize aksettirerek bulmayı hedef tutan kalıplaşmış sözlerdir.”[1]
Abdurrahman Güzel ve Ali Torun ise bilmeceyi şöyle tarif ederler: “Bilmece; Bir başkasını sınamak üzere söylenilen üstü kapalı söz, muamma, lugaz, yanılmaca.”[2]
Amil Çelebioğlu ve Yusuf Ziya Öksüz de Türk Bilmeceler Hazinesi’nde Şükrü Elçin’in tarifini en uygun tanımlardan biri olarak kabul ederler. Bu iki müellif de bilmeceleri şöyle tarif etmektedir: “Bunlar, mücerred, müşahas hemen her mevzu’u, karakteristik bir veya birkaç yönüyle içine alan daha çok manzûm ve suâl mâhiyetinde, söyleyeni mechul, târihimizin karanlık devirlerinden günümüze kadar süregelen halk mahsülleridir.”[3]
Elazığ’dan derlenen ve cevabı “bilmece” olan aşağıdaki bilmece ise, bu türü bizzat kendisi tarif etmektedir:
Dağlardan, taşlardan;
Canlıdan, cansızdan;
Yiyilir, içilirden;
Yiyilmezden, içilmezden;
Ben söyliyeyim, sen bil![4] Yine bu çalışma sırasında derlenen bir bilmece de yine cevabı “bilmece” olan şu ifadelerde çok yerinde bir tarif ile karşımıza çıkmaktadır: “Fındık kabuğuna sığar, han kapısına sığmaz.” Bu bilmece, bize yine bilmeceyi anlatmaktadır. Gerçekten de bilmeceler hemen her yerde karşımıza çıkabileceği gibi öyle şatafatlı, gösterişli yerlerde karşımıza çıkmayabilir.
Aslında onun istediği samimi bir icra ortamıdır. Herhalde bu bilmece de bize bunu anlatmaktadır.
Bu tariflerden çıkardığımız sonuca göre bilmeceler, Türk milletinin ortaya koyduğu çok verimli ve ince fikirli diyebileceğimiz edebi türlerden birisidir. Esasen bu husus Türk Edebiyatının ana karakteridir. Zaten Türk halk kültürü ve edebiyatı zengin bir tefekkür dünyasına sahiptir. Bu tefekkürün en karakteristik tavrı eşyayı ve insanı tanımada görülür. Buna göre eşyayı ve insanı tanımaya yönelen bu irfanın edebî ürünleri harekete geçiren, onları üreten ve çeşitlendiren bir yanı vardır. Biz esasen edebî üretimin tefekküre, gönül zenginliğine ve irfanî düşünceye yaslandığını düşünmekteyiz. Bilmecelerin de bu tefekkür zenginliğinin, eşyayı, tabiatı ve insanı çok iyi tanıyan bir tecessüsün mahsulü olduğunu düşünmekteyiz.
Bilmeceler hususundaki bu yorumlarımız elbette onların anonim oluşuyla ilgilidir. İlginç olan şu ki, Türkler asırların imbiğinden geçirdikleri ve zarafetle bezedikleri düşünce mahsullerini böylesine teksif edilmiş bir tür ile ortaya koymuşlardır. Kanaatimizce bilmecelerin bu yanı üzerinde düşünülmelidir. Bu bize milletimizin tefekkür derinliği ve istikameti üzerinde de söz söyleme ve yorum yapma imkânı verecektir. Fakat, Türk Edebiyatı verimleri üzerindeki yayın hamlelerinin aynısıyla onların yorumlanması noktasında gösterdiğini söylemek bugün için çok zor görünüyor. Yayılan tespit, neşir, transkripsiyon ve derlemelerin aynı zamanda Türk düşünce tarihine ve irfanına ışık tutacak malzemeleri günümüze taşıdığı hâlâ göz ardı edilebilmektedir.
Bilmeceler sadece anonim olarak kalan türlerden değildir. Onların yoğun anlatımı, hatta bazı örneklerinde gördüğümüz fiktif yapıları geniş bir alanda etkide bulunmalarını kolaylaştırmıştır. Bilmecelerin Türk Halk Edebiyatında ve Divan Edebiyatında muamma ve lugaz adlarıyla karşımıza çıkması bilmecelerin tesir gücünü göstermesi açısından dikkate değer bir durumdur.
Bilmeceleri çok çeşitli şekillerde tarif etmek mümkün. Nitekim daha önce bu tür üzerinde çalışan müellifler konuya dair bilmecelerin çeşitli yönlerini aydınlatan tarifler getirmişlerdir. Her tarif aynı zamanda belirli bir sınırlandırmayı da beraberinde getirmektedir. Fakat türlerin tespit edilmesi ve bunların neşredilmesi için bunun bir zorunluluğu da vardır. Bilmeceler hakkında bizim tarifimiz ise şöyle olacaktır: Eşyayı, tabiatı ve insanı tanımaya yönelik ortaya çıkan ve çoğu zaman muhtevalarında ince bir nükte barındırankısa, manzum veya mensur halk edebiyatı mahsullerine bilmece denir.
Bilmeceler, çağrışımlara en çok başvuran, mecazı ve sıfatları en fazla kullanan edebî türlerin başında gelir. Bunların yanı sıra teşhis, teşbih, intak gibi diğer edebî sanatlar da bilmecelerin fazla kullandığı edebî sanatlardandır. Bu girişin ilgili yerlerinde bunlara temas edilmiştir.
Türk Edebiyatının en ilginç ve en velut ürünlerinden biri olan bilmecelerin masal gerçekliğini destekleyen örnekleriyle zaman zaman karşılaşmak mümkündür. Söz gelimi bu kısa metinler içerisinde bir iç yolculuğuna, irfani bir bilgiye, bazı olağanüstü(?) kavram ve varlıklara işaret eden unsurlar bulunur. Bunlar öyleyse, bilmecelerin ifade kudretine göre, söyleyenin irfanına işaret eden metinler olabilmektedir.
Bilmecelerin ifade şekilleri de oldukça kuvvetli ve çeşitli olabilmektedir. Bu durum, bilmecelerin ortaya çıktığı kültür ve onu söyleyenle yakından ilgilidir. Bilmeceler cevabı, üsluplarında öne çıkan sıfatlar ve diğer ifadelerle belirgin kılan renkli edebî ürünlerdendir. Burada karşımıza çıkan sıfatlar bize adetâ küçük bir tablo çizer. Söz gelimi cevabı “dolu” olan “Dam üstünde takur tukur, sandım kızlar kilim dokur” bilmecesi böyle bir havayı verdiği gibi kültürün eskide kalan bazı hususiyetlerine de işaret eder.
[1]Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1989, s. 1.
[2] Abdurrahman Güzel-Ali Torun, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yayınları, 10. Baskı, Ankara 2017, s. 242.
[3]Amil Çelebioğlu-Yusuf Ziya Öksüz, Türk Bilmeceler Hazinesi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1995, s. 7.
[4]Amil Çelebioğlu-Yusuf Ziya Öksüz, Türk Bilmeceler Hazinesi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1995, s. 7.