Yeşil
Gün ışığının dağların üzerindeki yeşil örtüye gün içinde bir renk cümbüşü yaşattığını söyleyebilirim. Sabahın erken vakitlerinde güneşin parlak ışıklarıyla capcanlı bir hâle bürünen bu ormanlar ve uçsuz bucaksız mesafelerde uzayıp giden kadim ağaçlar akşam gün batımında solgun bir yeşile sahip olurlar. Halbuki bir gün içinde onların renklerindeki tonu kendi kendilerine değiştirmeleri pek de mümkün değildir.
Yeşilin o neftîye ve hatta mora çok yakın hâlinden beyaza doğru seyreden çok canlı bir hareketlilik mesafeleri doldurup da gelir. Burada kuşkonmaz, fıstık, tropikal orman, avcı, zümrüt, ördek, çay yeşili vb. adlarla anılan yeşilin türlerinden bahsedecek değilim. Asıl benim söz etmek istediğim etrafımı çevreleyen ve bu sonsuz tabiata iyiden iyiye hâkim olan yeşili ve onun bendeki tesirlerini anlatmaktır.
Yeşil burada, sadece güneşin ışıklarıyla farklılık arz etmez. Mesafelerin değişen boyutları da yeşilin bin bir hâle bürünmesi için yeterli bir sebeptir. En yakınımızda, yeşilin en canlı tonuyla karşımıza çıkan manzara dağların ötelerinde maviye ve giderek mor renge dokunan bir yumuşaklık elde eder. Buradaki yeşil artık ötelerde ve dağların doruklarında başka renklere doğru seyreden bir fasıladır artık.
Görünen o ki, mesafeler uzadıkça renkler de derinleşir, onlar bambaşka bir hâle bürünürler. Ihlamurun yeşiliyle cevizin yeşili bir midir? Armudun yeşiliyle elmanınki peki… Hele fındığın yeşilini hiç sormayın! Oturmuş, kararlı, hâlinden hiç şikâyet etmeyen biri gibidir bu yeşil. Dallara ısrarla tutunmuş ve bahçelerin içini âdeta kendinden emin bir hâlde örtmüştür. Yeşilin böylesine canlı ve hareketli tonlarla karşımıza çıkmasının sebebi mesafeler, güneş ışığı ve gökyüzüdür. Fıstık yeşilinden mora doğru seyreden şu dağ silsilelerini görmeden bunu anlamak zordur.
Gökyüzünde güneşin arz-ı endam ettiği bir günle semanın gri bulutlarla kaplı olduğu zaman yeşilin yüzü asla bir değildir. İnsan huzurlu veya üzgünken de yeşilin tonu başkalaşır gibidir. En azından onun üzerimizde bıraktığı tesir daha farklıdır.
Öyleyse yeşil deyince bin bir hâle bürünen bir renkten söz ediyoruz demektir. Nasıl ki, insan dediğimizde onun akla hayale gelmez çeşitleri vardır, aynen bunun gibi yeşilin de hesaba gelmez tarifi ve tasviri vardır. Meselâ bir genç kızın gözlerindeki yeşilin mahiyetini anlayabilir ve anlatabilir misiniz? O gözlerde beliren çok canlı duygu seli o derin bakışlarda beliren yeşili tarife imkân verir mi dersiniz? İlkbaharın yeşiliyle sonbaharın yeşili bir midir? Meyvenin yeşiliyle yaprağınki peki? Hele şu söğüt ağacının duru yeşilindeki letafeti hissedebilir misiniz? Ya şu kavak ağacındaki fıstık yeşili güzellik de nedir böyle! Bir hazan rüzgârıyla uçup girmeyecekmiş gibi nasıl da mağrurdur öyle! Söyler misiniz? Bütün bu renkleri satırlara döküp mısralara işleyebilir misiniz? Öyleyse yeşil deyip de geçmemeli. Bin bir renk cümbüşü içinde bizlere bir göz ziyafeti sunan yeşilin her bir tonu aslında harikulade bir oluşun farklı tezahürlerle görünen yüzüdür.
Yeşil de her fani şey gibi değişkendir. Sararmış bir yaprağın bir zamanlar çok canlı bir yeşile sahip olduğuna inanmak güçtür. Kaybettiği hayatiyetini tekrar bulmak için sararmış, dalından yere düşmüş, nihayet çürüyüp toprağa karışmış gibidir. Bir başka baharda yeniden yeşil yeşil parlamak ve dalında salınıp hayata güzellik katmak için kendini fedâ etmiştir. Bu hayatın olduğu kadar yeşilin de döngüsüdür.